HZ. PEYGAMBER'İN İZİNDE MEDİNE'DEN MEDENİYET'E

HZ. PEYGAMBER'İN İZİNDE MEDİNE'DEN MEDENİYET'E

Hadis ve sünnet tasavvurunun krize girmesi, İslam medeniyetinin de krize girmesine; İslam medeniyetinin kriz yaşaması ise hadis ve sünnet tasavvurunun da aynı sorunla karşılaşmasına sebebiyet vermektedir.

Arapçada şehir anlamına gelen “Medine” (İbn Manzur, Lisanü'l-Arab, XIII/164-170, 402.) kelimesinden türetilen “medeniyet” kavramı, kelime anlamı itibarıyla “şehre mensup”, “şehre mensup hasletler” (İbn Manzur, Lisanü'l-Arab, XIII/402.) anlamına gelirken; terim anlamı itibarıyla bir toplumun sahip olduğu maddi-manevi eserler ve tasarruflar bütünü olarak ifade edilmektedir. (Malik b. Nebi, Çağdaş Temel Konular, s. 30, 31.) Medeniyet kavramının düşünce tarihi boyunca kazandığı anlamların ortak noktası, toplum hayatının sosyal, siyasal, entelektüel, kurumsal, teknik ve ekonomik alanlarda mümkün kıldığı birikim düzeyini ve fırsatları ifade ediyor olmasıdır. (İlhan Kutluer, DİA, “Medeniyet”, XXVIII/296.)

İnsanların kavramlarla düşünmesi, öğrenmesi ve konuşması nedeniyle; kavramlar, dünya tasavvurumuzun aynası niteliğindedir. Bir kavram olarak, medeniyetin “Medine” kelimesinden türemiş olması, bunun da itaat, mülk, hüküm anlamına gelen “dane” fiil köküne sahip “din” (İbn Manzur, Lisanü'l-Arab, XIII/164-170, 402.) kelimesinden türemiş olması, yani etimolojik açıdan ortak bir kökten gelmeleri bu noktada önemlidir. Kelimelerin arasındaki bu ilişki şu tespiti haklı kılmaktadır: “Din” asıl, “medeniyet” türevdir. (bkz. Bedri Gencer, İslam’da Modernleşme (1839-1939), s. 39.) Bu kapsamda medeniyet; dini, zaman ve mekâna taşıyan bir değer olarak kıymet ifade ederken, din ise medeniyetin biçimini ve hayat tarzını belirleyen en temel unsur olma işlevine sahiptir.

Nitekim İslam medeniyetinde vahiy, medeniyetin “varlık kaynağı” olarak işlev görürken, hadis ve sünnet ise “kurucu irade” olarak toplumun açık ve berrak bir hayat tasavvuruna sahip olmasını temin etmiştir. Bu bağlamda İslam toplumlarında vahyin, hayata yansımış ve görünür hâle gelmiş hâli olan sünnetin; Müslümanların dünya tasavvurlarına kaynaklık ve örneklik teşkil etmesi, yani vahyin beyan ettiği “norm”un hayat içerisinde “form”a nasıl dönüştürülebileceğini ortaya koyması; bir kavram olarak kendisi de “form” niteliğini taşıyan

İslam medeniyetinin, sünnet medeniyeti olarak vasıflandırılmasını mümkün kılmaktadır.

İslam medeniyeti ve sünnet kavramları arasındaki bu varoluşsal bağlantı bizi şu tespite yönlendirmektedir: Hadis ve sünnet tasavvurunun krize girmesi, İslam medeniyetinin de krize girmesine; İslam medeniyetinin kriz yaşaması ise hadis ve sünnet tasavvurunun da aynı sorunla karşılaşmasına sebebiyet vermektedir. Özellikle XIX. ve XX. yüzyılda Müslüman nüfusun yaşadığı coğrafyada şahit olunan kriz de tam anlamıyla bu tespit eşliğinde anlaşılır hâle gelmektedir. Müslümanların ve dolayısıyla modern dönem İslam medeniyetinin, içinde bulunduğu krizi aşabilmesi ancak hadis ve sünnet algımızı yeniden gözden geçirmemize ve sünneti yeniden İslam düşüncesinin ve Müslüman bireyin hayat tasavvurunun merkezine yerleştirmemize bağlıdır. Çünkü ne zaman ki, Müslüman toplumlar kendi bilgi kaynakları ve kurucu unsurları olan vahiy ve vahyin hayata yansımasını temin eden hadis ve sünnetle aralarına mesafe koymuşlarsa, medeniyet inşa etme idealinden ve fikrinden uzaklaşmışlardır. (bkz. İmâduddîn Halil, İslam Tarihi, -Bir Yöntem Araştırması- s. 6266.) Medeniyet fikri yitirildiği için de, Müslüman toplumlar yaşanan sarsıcı buhranın aslında medeniyet buhranı olduğunu bile fark ve idrak edememektedirler. (Albert Schweitzer, Medeniyet Felsefesi, s. 23 -Yusuf Kaplan’ın sunuş yazısı-) Bu bağlamda İslam inancının varlık tasavvurunun merkezinde yer alan “iman” kavramı ekseninde hadis ve sünnetin mikro düzeyde ferdin, makro düzeyde de toplumların düşüncelerini, hayat anlayışlarını şekillendirirken nasıl bir örnek sunduğu hususunu ele alacağız.

İslam medeniyetinde varlık tasavvurunun inşa ve ihya kaynağı olarak hadis ve sünnet

Lügat anlamı itibarıyla “inanmak, tasdik etmek” anlamına gelen iman (İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, XIII/21.), ıstılahta “Kesin olarak Allah’tan getirdiği bilinen hususlarda Hz. Peygamber’in ilettiklerinin doğruluğuna inanmak.” (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, s. 26.) olarak tarif edilir. Bu tariften şu anlaşılmaktadır ki, iman kavramı ilk olarak Hz. Muhammed’in peygamber olduğuna inanmayı gerekli kılmaktadır. Çünkü İslam dinini insanlığa ulaştıran odur. Öncelikle onun risaleti kabul edilmelidir ki, beraberinde Allah tarafından bildirdikleri de kabul edilsin. Nitekim Ebu Hâmid el-Gazali (ö. 505/1111) de Allah’tan başka bir ilahın bulunmadığına inanmanın, imanın kemali için yeterli olmadığını kaydettikten sonra Hz. Muhammed’in risaletinin önemine değinmekte ve imanın, onun peygamberliğini tasdik etmekle tamamlanacağını belirtmektedir. (Gazzâli, İhyâ-ı ulumi’d-dîn, I/120.) Bu da Allah’ın varlığına Hz. Peygamber’in açıkladığı gibi inanmanın gerekliliğini ortaya koymaktadır ki, “De ki, Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Âl-i İmran, 3/31.) ayeti de bu tespitlerin bir delili niteliğindedir.

Bu tespitler, bütün çeşitliliği ve zenginliğiyle İslam medeniyeti, tarihi, kültürü ve eğitiminin; insanın imanının beyanı olan kelime-i şehadetin kapsam alanı içerisinde olduğuna delalet etmektedir. Bu nedenle, “Allah’tan başka ilah olmadığına ve Hz. Muhammed’in O’nun kulu ve rasulü olduğuna şahitlik etmek”, bireyler için kimlik beyanı niteliğindedir. Bu beyanıyla insan “iman”ı bir kimlik olarak benimseyerek, önce kendisini sonra da çevresini ve içinde bulunduğu toplumu değiştirme sorumluluğunu üstlenmiş olur. Buna bağlı olarak da, kelime-i şehadet/iman, kendisiyle tam anlamıyla temasa geçen herkese, medeniyet kurmasını temin eden vasıflardan oluşan yeni karakterini kazandırır. İnsanın, bütün fiillerine İslam vasfını kazandıran ve böylece onları medeniyet kavramıyla izah edilen yapıyı oluşturmaya sevk eden iman, Müslüman bireyin zihnindeki varlık hiyerarşisini oluşturan en temel değerdir. Bu nedenle bir Müslümanın; insan, âlem, zaman ve mekân algısı kelime-i şehadetin dolayısıyla iman kavramının içerisinde mecz edilmiş hâldedir.

Bu tespitlerimizi daha da somutlaştırabilmek, hadis ve sünnetin Müslüman bireyin varlık tasavvurunu inşa ve ihya edici işlevini irdeleyebilmek maksadıyla, Buhari’nin el-Camiu’s-Sahih adlı eserinin “Kitabü’l-İman” bölümünü esas alarak değerlendirmelerimizi örneklerle temellendireceğiz.

Nebevi mesaj kişinin kendisini olgunlaştırmasını hedefler

Rasulüllah (s.a.s.), “İman altmış küsur şubedir ve hayâ da imandan bir şubedir.” (Buhari, İman, 3.) beyanıyla Müslüman bireyin, öncelikle kendisini ahlâken dönüştürmesinin gerekli olduğuna işaret etmekte; “Müslüman elinden ve dilinden insanların emin olduğu kişidir.”(Buhari, İman, 3.), ifadesiyle de kişinin toplum nezdindeki sorumlulukları bağlamında kendisini olgunlaştırmasını sağlamayı hedeflemektedir. Çünkü kendi nefsini olgunlaştıramamış bir kimsenin içinde bulunduğu toplum için söyleyebileceği herhangi bir şeyi olamayacaktır. Nitekim "Şüpheli şeylerden uzak durarak dinini koruyan kimse diğerlerinden üstündür.”(Buhari, İman, 39.) hadisi de kişinin iç dünyasını olgunlaştırmasının ehemmiyetine işaret ederken, kişinin ruhen olgunlaşması kadar aklen ve ilmen kemale ulaşmayı arzu etmesinin de esas olduğunu göstermektedir. Bu noktada Hz. Peygamber’in, namaz kılmasıyla methedilen bir kadın sebebiyle söylediği “Allah’a en sevimli gelen ibadet, üzerinde sahibinin devamlı olduğu ibadettir.” (Buhari, İman, 31.) ifadesi maddi ve manevi olgunlaşmada istikrar ve devamlılığın en temel prensip olduğuna dikkat çekmektedir. Bu olgunlaşmada insanoğlunun farkında olması gereken bir diğer husus daha vardır ki o da acziyetidir. Bu bağlamda “De ki duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin?” (Furkan, 25/77.) ayeti kişinin madden ve manen olgunlaşmasının acziyetinin farkında olarak Allah’a sığınmak ve hayırlı amellerde devamlılık ile mümkün olabileceğine işaret etmektedir.

Nebevi mesaj insana değer vermeyi gerekli kılar

Buhari’nin, “Selam Vermek İslam’dandır.” bab başlığıyla Ammar b. Yasir’den aktardığı "Şu üç şeyi bünyesinde toplayan imanı bir araya getirmiş olur: Rabbine ve insanlara karşı görevini yerine getirmek, başkalarına bolca selam vermek ve darlıkta infakta bulunmak." (Buhari, İman, 18.) mevkuf hadisi, imanın insana değer vermeyi gerekli kıldığına delalet etmektedir. Nitekim aynı baptaki bir diğer hadiste de iman eden kimsenin vasfı olarak aktarılan tanıdık ya da tanımadık herkese selam vermek (Buhari, İman, 18.) ise, insana herhangi bir menfaati olduğu için değil insan olduğu için ehemmiyet vermenin imandan oluşuna işaret etmektedir. Temel hadis kaynaklarında nakledilen "Yemek yedirmek İslam’dandır.” (Buhari, İman, 8.), “Kişinin kendisi için istediğini başkası için de istemesi imandandır.” (Buhari, İman, 9.) vurgusuyla aktarılan hadisler de mümin olmanın öncelikle insana değer vermeyi gerekli kıldığını göstermektedir.

Nebevi mesaj sorumluluk üstlenmeyi gerekli kılar

"Fitnelerden kaçınmak dindendir(imandandır.)" (Buhari, İman, 12.) başlığı atında toplumsal sorunlar karşısında mutedil bir davranış üslubu benimsemenin imanın bir gereği olduğuna işaret eden Buhari, sünnet-vahiy bütünlüğüyle “İki mümin grup birbiriyle savaşırsa, aralarını uzlaştırın." (Hucurat, 49/9.) ayetine bap başlığında yer verdiği bölümde “İki Müslüman birbirine kılıç çektiğinde ölen de öldüren de cehennemdedir.”(Buhari, İman, 22.) hadisini naklederek Müslümanın sosyal sorunlar karşısında nasıl bir tavır takınması gerektiğini ortaya koymaktadır. Nitekim sahabeden İbn Haris es-Sekafi, “Ya Rasulallah, öldürenin durumu belli ama ölen niçin cehennemdedir?” diye sorunca Rasulü Ekrem’in (s.a.s.), “Çünkü o arkadaşını öldürmek istiyordu.” buyurması (Buhari, İman, 22.) top lumsal gerilim anlarında, sorunun bir parçası olmaktansa onu çözen olma gayretini ortaya koymayı temel prensip olarak iman eden insanın gündemine yerleştirmektedir. Bu bağlamda, Buhari’nin bap başlığı olarak aktardığı “İki mümin grup birbiriyle savaşırsa, aralarını uzlaştırın.” ayeti müminin sorumluluğunun ne olduğunun göstergesi niteliğindedir. 

Nebevi mesaj samimi olmayı bir hayat usulü olarak gösterir

Allah'tan başka ilah bulunmadığına ve Hz. Muhammed'in Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet etmek öz itibarıyla kişinin öncelikle Rabbine, onun elçisine ve bütün insanlara karşı samimi olmasını gerekli kılar. Çünkü iman, öncelikle dilin değil kalbin bir fiilidir. Bu nedenle Rasulüllah (s.a.s.) “İnsan bedeninde bir et parçası vardır o iyi olursa bütün beden iyi olur, kötü olursa bütün beden kötü olur. İşte o et parçası kalptir.” (Buhari, İman, 39.) buyurarak kişinin kendi iç dünyasında öncelikle samimiyeti inşa etmesi gerektiğine işaret etmiştir. Samimiyetin olmadığı yerde din ve dindarlıktan söz edilemez. Bu nedenle Hz. Peygamber (s.a.s.): “Din,  samimiyetten ibarettir.” buyurmuş, “Kime karşı, Ya Rasulallah?” denildiğinde, “Allah’a, Kitabına, rasulüne, Müslümanların idarecilerine ve bütün Müslümanlara.” diye cevap vermiştir. (Buhari, İman, 41.) Böylece Rasulü Ekrem Efendimiz (s.a.s.) başta iman, ibadet ve davranışlarda olmak üzere insanlarla olan münasebetlerimizde ihlas ve samimiyeti esas kılmanın önemine işaret etmiş, iman eden kimsenin insan ve âlem tasavvurunun merkezinde samimiyet kavramını yerleştirmiştir.

Sonuç olarak; kâinattaki her şey eşref-i mahlukât (Tîn, 95/4.) olarak vasıflandırılan insan için yaratılmasına rağmen (İsra, 17/70.) içinde bulunduğumuz dönemde insanoğlu, temel değerlerle arasına mesafe konulmuş, modern-cahiliye olarak vasıflandırılabilecek bir tecrübeyi yaşar hâle getirilmiştir. İnsanoğlunun gerçek kıymeti ile arasına konulan bu mesafe, ancak İslam’ın, insanları ekonomik, sosyal ya da siyasi gücüne göre sınıflandıran bütün sistemleri değiştirerek insanlığın önüne koyduğu varlık tasavvuru ile aşılabilecektir. Ancak din-i mübin-i İslam’ı hayata geçirme üslubu olarak ifade edebileceğimiz sünneti doğru anlamaktan ve yaşamaktan uzak oluş nedeniyle Müslüman bireylerin/toplumların insanlığa İslami değerleri güzel örneklerle ne kadar taşıyabildiği sorgulanabilir durumdadır.

Vahyin rehberliğinde, yeryüzü mirasçısı olacak salih kulun inkişafını sağlamayı hedefleyen nebevi mesaj; modern dönemde, ya tamamen reddiye ya da yaşanılamaz derecede aşırı yorumlama tasavvurlarının dişlileri arasına hapsedilmekte, Müslüman birey ile hadis ve sünnet arasına bariyerler örülmektedir. Şu bir gerçektir ki; İslam medeniyeti krize girerse hadis ve sünnet anlayışı da krize girmekte, sünnet ve hadis algısı krize girdiğinde İslam medeniyeti de kriz dönemini tecrübe etmektedir. Nitekim modern dönemde İslam dünyasının içinde bulunduğu durum bunun en bariz örneği niteliğindedir.

Bütün bu tespitlere istinaden şunu ifade edebiliriz ki, İslam medeniyetinde varlık tasavvurunun kaynağı olarak hadis ve sünnet, tarihsel süreç içerisinde medeniyet inşasında nasıl birincil bir rol üstlenmişse, günümüzde de medeniyetin ihyasında aynı fonksiyonel konuma ulaştığında Müslümanlar yeniden kendilerini ve içinde yaşadıkları toplumu dönüştürebilecek imkâna kavuşabilecek ve etken bir güç olarak tarih sahnesinde yer alabilecektir. Vakit, yıpranan Müslüman kimliğini onarma, Rasulüllah’ın (s.a.s.) izinde yeniden Medine’den İslam medeniyetine yolculuğa çıkma vaktidir.

Yrd. Doç. Dr. Salih KESGİN / DİYANET AYLIK DERGİ KASIM 2017

EN SEVİMLİ MEKÂN: CAMİ

Ebu Hüreyre’den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasulüllah (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Beldelerin Allah’

Oku

HAC TEVHİDİ YENİDEN ANLAMAK

MEKKE arzla semanın, yerle göğün, şehadet âlemiyle gayp âleminin buluştuğu yerdir. Allah Teala son o

Oku

S A B I R

“Ey iman edenler! Sabredin, sabır yarışında (düşmanlarınızı) geçin!” Âl-i İmrân sûresi (3), 200

Oku

ŞEHÂDET İMAN İDDİASIDIR AMA İSBATI GEREKİR

Her iki cümledeki “lâ ilâhe illallah” da nefiy (red/inkâr) ve isbat (kabul) olmak üzere iki kısımdan

Oku

ORUÇ İMSAK (TUTMAK)TIR

Mü’min oruç tutar, oruç da onu tutar. Oruçlu, oruçla birlikte şu on şeyi Ramazan boyunca tutmaya çal

Oku

Hadisler Kelimesi Kelimesine Aynen mi Rivayet Edilmiştir?

Hadislerin Hz. Peygamber’in mübarek ağzından çıktığı gibi kelimesi kelimesine aynen nakil ve rivayet

Oku

Sünnetin Korunmuşluğu

Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de, kâfirler istemeseler de nûrunu tamamlayacağını açıklamaktadır [bk.Tev

Oku

Sünnetin Evrensel Bütünlüğü

Sünnetin tüm hayatı ya da hayatın tüm safhalarını bütün boyutlarıyla kucaklayıcı bir yapıya sahip ol

Oku

Sünnetin Bağlayıcılığı

Sünnetin bir bütün ve kavram olarak bağlayıcılığı kesindir. Peygamber’e uymayı, verdiği hükme razı o

Oku

Sünnetle İlgili Bazı Meseleler

1. Sünnetin Kaynağı Kur’ân-ı Kerîm, hem lafzı hem de mânasıyla vahiy olduğu için ona vahy-i metlü

Oku

H a d i s - S ü n n e t

Güzel dinimizin iki temel kaynağı vardır. Bunlar yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerîm ve Peygamber Efendimi

Oku

HZ. PEYGAMBER VE GÜVEN TOPLUMU: DARU'S-SELAM

Hz. Peygamber bir gece ashabı ile sohbet ederken yüzünü semaya çevirerek “Yıldızlar, gökyüzünün güve

Oku

HZ. PEYGAMBER VE KUR’AN AHLAKI

Prof. Dr. Zekeriya GÜLER | Sa’d b. Hişam diyor ki: Ben: - Ey müminlerin annesi, bana Rasulüllah’ın

Oku

HADİSLERİN IŞIĞINDA İYİ MÜSLÜMAN OLMAK

Ebu Hüreyre’den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasulüllah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Kim bir müminin d

Oku

Toplumda Güven Duygusunun Önemi ve Muhammed’ül Emin Olarak Peygamberimiz

Sevgili Peygamberimiz, daha Peygamber olarak görevlendirilmeden önce içerisinde yaşadığı toplum tara

Oku

HZ. Peygamber'in Karakteri: GÜVENİLİRLİK

Allah’tan almış oldukları mesajları insanlara ulaştırmakla görevli olan peygamberler, bu iletişim sü

Oku

HZ. Peygamber'in Hedeflerinden Biri: GÜVEN TOPLUMU OLUŞTURMAK

Emanet Kur'an'ın temel kavramlarındandır. Onun ne kadar önemli olduğunu Yüce Allah bir ayette şöyle

Oku

Tövbe Allah’tan Af Dilemek

Âlimlere göre insan, yaptığı her günahdan dolayı tövbe etmelidir. İşlenen günah sadece Allah’a karşı

Oku