Gerçek şu ki, bir toplum kendi özünde olanı değiştirmedikçe, Allah da hâllerini deiştirme. (1)
Böyle buyuruyor alemlerin Rabbi Allah Azze ve Celle!.. Yegâne Rabbimiz Allah Teâlâ, Sünneti gereği asla değişmeyen toplumsal kuralı böyle beyan buyuruyor!.. Bir toplum, kendisini iradesiyle değiştirmedikçe, Allah, o toplumu değiştirmez!..
Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ, inanan kullarına “dosdoğru yolu” gösteren ve onları her türlü sapmalardan kurtaran ilâhî mesaj olan kitabı ile beraber, o kitab’da bulunan hakikatları gereği gibi hayata hazırlayıp önderlik ve örneklik yapan “Rasulü”nü de göndermiştir… Onları bilgilendirmiş ve eğitmiştir… İnsan kulları da, bu bilgilenmeden, bu eğitimden ve bu hidayete rehberlikten sonar hür iradeleriyle seçimlerini yaparlar… Ya hidayeti seçer, ya da delâlette kalmaya devam ederler… Tplumsal değişim, imtihan gereği onların hür iradesine bağlanmıştır… Onlar, iradelerini hangi yönde kullanırlarsa, ilâhî takdir ona gore tecelli eder!..
Bir toplum, hür iradeleriyle hidayeti ister ve gereğini yaparlarsa Allah, onlara hidayet nasib eder… Eğer hür iradeleriyle dalâleti arz eder ve ona göre davranırlarsa kendilerine delâlet nasib edilir… Hangi yönde değişim istiyor ve gereğini yapıyorlarsa, onlara diledikleri takdir edilir… Rahmeti hak edecek bir iman ve amel üzere olanlarsa, kendilerine rahmet edilir… Lâneti hak edecek bir iman ve amel üzere olurlarsa, kendilerine lânet edilir…
Allah’a şirk koşarak ve küfür işleyerek, Âlemlerin Rabbi Allah’a tuğyan edenler, Allah’ın haram kıldığı sınırları çiğneyerek Allah ile hudud yarışına girenler, lâneti hak etmiş toplumlardır… Bu toplumlar, hidayetin yerine delâleti tercih etmiş, Tevhidin yerine şirki, imanın yerine küfrü Kabul eylemiş, İslâm’ın yerine tağutî düzenleri benimsemişlerdir… Böylece şirk, küfür ve fücürun egemen olduğu toplumlar olmuşlardır… İçlerinde muvahhid mü’minlerin çok azınlıkta oluşu, onların şirk ve küfür toplumları olmalarını engelleyememiş, aksine eğemen müşrik tağutlar tarafından bu azınlıkta kalan katıksız iman ehli olanlar, ezilmiş, harekete ve işkenceye uğratılarak saf dışı bırakılmıştır…
Eğemenlik konusunda Allah’ın hükümlerini reddetmiş, onların yerine ilâhlaştırdıkları hevâlarından kaynaklanan hükümleri geçerli kılarken, Allah’ın hükümlerini geçersiz kıldıkları yetmiyormuş gibi, tamamen yasaklamış ve bu ilâhi hükümleri gündeme getiren muvahhid müminleri suçlu sayıp kendilerine birçok eziyetler yapmışlar!..
Yegâne Rabbimiz Allah Teâlâ, lâneti hak eden bu toplumların, lâneti hak etme sebeblerini şöyle beyan buyuruyor:
“De ki: Allah’a ve Rasulüne itaat edin.” Eğer yüz çevirirlerse şübhesiz Allah, kâfirleri sevmez.”(2)
“ Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse, işte onlar, kâfir olanların tâ kendileridir.” (3)
Allah’a ve Rasulü (s.a.s.)’e itaatten yüz çevirerek, Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyi reddederek, hevâlarından kaynaklanan tağutî hükümlerle hükmederek kâfir olanların Allah’ın lânetini hak ettiklerini beyan buyuruyor Rabbimiz Allah Teâlâ:
“Allah’ın lâneti kâfirlerin üzerinedir.” (4)
“Kalblerimiz kılıflıdır, dediler. Bilakis Allah, küfürleri yüzünden onlara lânet etmiştir. Bundan dolayı pek azı iman eder.”(5)
“Şübhesiz inkâr edip kâfir olarak ölenler, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti bunların üzerinedir.
Onda (lânette) süresiz kalacaklardır. Onlardan azab hafifletilemez ve onlar gözetilemez.” (6)
Allah’ın indirdiği hükümleri yürürlükten kaldırıp yasaklayan, Allah’a ve Rasulü (s.a.s)’e itaat etmekten yüz çeviren, yani Kur’ân-ı Kerim’i ve Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti’ni sosyal hayattan söküp atan, müstekbir ve zalim tağutların egenem olduğu işgal edilmiş İslâm topraklarındaki cahiliyye toplumları için bu ayetlerin hükümlerine tekrar tekrar gözden geçirip, derin derin düşünmek gerek!.. Emperyalis dış güçlerin, süer müşrik tağutlar adına eğemenlik hakkını kulların yerli mürted zalim tağutlar, bu şirk ve küfür egemenlik yetkisini, eğemen oldukları toplumun belli vasıflarda olan insanlardan almaktadırlar… Egemen tağutlar, kendilerine bu yetkiyi veren halk kitleleri adına, küfür ve şirk hükümleriyle hükmemekte… Cahilî toplumlar, asaletten ve vekâleten, şirk ve Rasulü (s.a.s.)’e itaat etmekte yüz çevirmekte, Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmemektedirler… Böylece küfür ve şirk ameli işlemektedirler… Zahirde küfür ve şirk içinde olan bu kitlelerin niyetleri ne olursa olsun sonuç değişmez!.. Niyetlerinden dolayı Allah Teâlâ kendilerini yargılar… İslam, zahire hükmeder…
Bu konuda, Emiru’l-Mü’minin İmam Ömer İbnu’l-Hattab (r.a.)’ın ve İslâm Milletinin mutlak Müctehid İmamlarından Şehid İmamımız İmam Azam Ebu Hanife (rh.a.)’ın çok değerli tesbitlerini beraberce mütâlâ edelim!..
Abdullah ibn utbe şöyle anlatıyor:
Ben, Ömer İbnü’l-Hattab (r.a.)’dan işttim O, şöyle diyordu:
-Birtakım insanlar, Rasulullah zamanında Vahiy ile (sırları meydana çıkar da) yakalanırlardı. Şimdi ise, vahiy kesilmiştir. Biz, şimdi ancak sizleri, amelerinizden bize açıklanan suçlar sebebiyle yakalarız.
Böyle olunca herkim bize bir hayır hâli meydana korsa, biz onu, emin kılarız ve onu, kendimize yakınlaştırırız. Onun gizli işlerinden hiçbir şeyi araştırmak bize aid değildir. Gizli işler hususunda onu, Allah hesaba çeker.
Ve her kim de, bize bir kötülük ve şerr ortaya koyarsa, o, gizli işlerinin güzel olduğunu söylese de, biz onu, bir emin saymaz ve onu doğrulayıp tasdik etmeyiz. (7)
Şehid İmamımız İmam A’zam Ebu Hanife (rh.a.), Falebe’nin sorduğu:
“Hangi sebepten dolayı Allah, İnsanları kâfir ve mü’min diye isimlendirdi? Biz de onları, hangi sebebten dolayı mü’min ve kâfir diye isimlendiririz? Bunu açıklayın” sorusuna şöyle cevab vermiştir:
“Allah insanları, kalblerinde ki şeylerden dolayı, mü’min ve kâfir diye isimlendirmiştir. Çünkü Allah, kalblerde olanı bilir. Biz de insanları, lisanlarında sadır olan tasdik, tekzib, kıyafet ve ibadetle mü’min veya kâfir diye isimlendiririz.
Meselâ, tanımadığımız hâlde, mescidlerde bulunan, kıbleye yönelerek namaz kılan kimseleri gördüğümüz zaman, onları mü’min olarak isimlendiririz, kendilerine selâm veririz. Bununla beraber, onların yahudî veya hristiyan olmaları da mümkündür. Keza, Hz. Peygamber devrinde, lisanlarıyla iman ettiklerini açıklayan münafıkları, Ashab, mü’min olarak isimlendiriyordu. Hâlbu ki onlar, kalblerindeki inkâr ve tekzibten dolayı Allah katında kâfirdirler.
İşte bundan, kâfir olmaları mümkün olduğu hâlde, insanların açığa vurdukları iman alâmeti ile, onların mü’min olduklarına hükmedeceğimiz neticesini çıkaracağımızı iddia ediyoruz.
Diğer bir kısım insanları da, mü’minlerin şekil ve kıyafetleriyle izhar etmeyip, kâfirlere aid şeklî özellikleri gösterdikleri için kâfir diye isimlendiririz. Muhtemelen bunlar, Allah’a imanları ve bizim bildiğimizin dışında namaz kılmak gibi bir durumları varsa, Allah katında mü’min olabilirler. Bizim onları kâfir bilmemizden dolayı Allah bizi cezalandırmaz. Çünkü Allah bizi, kalblerde bulunanı ve gizli niyetleri bilmekle mükemmel kılmamıştır. Ancak kalblerimiz, insanlardan sadır olan amellere göre onları, mü’min diye isimlendirmemizi, buna göre onları sevmemizi veya sevmememizi teklif etmiştir. Kalblerde gizli olan şeyleri ancak Allah bilir. Keza, kiramen katîbin melekleri bile, insanların açığa vurdukları amelleri yazmakla vazifelidir. Çünkü kalbte bulunan şeyleri bilmeye imkân yoktur.
Kalblerde olanı, ancak Allah ve Allah’ın kendisine vahyettiği Peygamberlerinden başka kimse bilmez. Vahiy olmadan, kalblerde bulunanı bildiğini iddia eden, Âlemlerin Rabbi’nin ilmine sahib olduğunu iddia etmiş olur. Kalblerde ve hariçte, Allah’ın bildiğini, kendisinin de bildiği iddiasında bulunan insan, büyük bir günah işlemiş, cehennem ve küfrü hak etmiş olur.” (8)
Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ, indirdiği hükümlerle hükmetmeyen, hükümlerini yürürlükten kaldıran ve yasaklayan, o hükümlerle amel etmek isteyen veya amel edilmesini teklif edenleri cezalandıran kafirlere lânet ettiği gibi, indirdiği hükümlerle hükmetmeyen zalimlere de lânet etmiştir…
Şöyle buyurur Rabbimiz Allah Teâlâ:
“Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, zalim olanların ta kendileridir.”(9)
“Allah’ın lâneti zalimlerin üzerine olsun.”(10)
“Haberiniz olsun, Allah’ın lâneti zalimlerin üzerinedir.” (11)
İmam Kurtubî (rh.a.)’ın beyanıyla, “Arap dilinde lânet etmenin asıl anlamı, kovmak ve uzaklaştırmaktır.
Buna göre, “Onlara lânet etmştir” buyruğu, Allah, onları rahmetinden uzaklaştırmıştır, demek olur. Tevfik ve hidayetinden uzak tutmuştur, her türlü hayırdan uzak tutmuştur, her türlü hayırdan uzak tutmuştur anlamına geldiği de söylenmiştir ki, bu sonuncusu genel bir anlam ifade eder.”(12)
Rabbimiz Allah Teâlâ, toplumun temellerini şiddetli sarsan, gerek ekonomik, gerekse ahlâkî çöküntüye sebeb olan fâiz hakkında şöyle buyurur:
“Ey iman edenler, Allah’dan sakının ve eğer inanıyorsanız, fâizden arta kalanı bırakın.
Şayet böyle yapmazsanız, Allah’a ve Rasulüne karşı savaş açtığınızı bilin.(13) Eğer tevbe ederseniz, artık sermayeleriniz sizindir. (Böylece) ne zulmetmiş olursunuz, ne de zulme uğratılmış olursunuz.” (14)
Rabbimiz Allah Teâlâ’nın kesinlikle haram kıldığı fâizi terketmeyen ve ekonomilerinin vazgeçilmezi olarak kabul edenler, Allah ve Rasulü(s.a.s.)’e savaş açmış, Allah ve Rasulü(s.a.s.) tarafından da onlara savaş açılmıştır… Böyle toplumlar, yönetenler ve yönetilenler olarak Allah ve Rasulü (s.a.s.) ile savaşmaktadırlar… Yegâne Rabbimiz Allah’ın haram kıldığı fâizin her türlüsü helâlleştirilen, yani serbest bırakılan cahiliyye toplumlarında fâizden kaçınmak neredeyse imkânsız hale getirilmiştir…
Ebu Hureyre (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyuruyor:
“(Andolsun) şübhesiz, insanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, onlardan fâiz yemeyen hiç kimse kalmayacaktır. Artık fâiz yemeyene de fâizin tozu konacaktır.”(14)
Yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasulullah(s.a.s.)’nin haber verdiği bu korkunç felâket, zalim tağutlar tarafından işgal edilip küfür ve şirk hükümleriyle yönetilen İslâm topraklarında hergün biraz daha azıtarak devam edilmektedir… Rabbimiz Allah’ın haram kıldığı, yani yasakladığı fâizi serbest kılıp ticaretlerinin olmazsa olmazı olarak Kabul edenlere, “Âlemlere rahmet olarak gönderilen”(15) önderimiz Rasulullah (s.a.s.) lânet etmektedir!..
Ebu Cuheyfe (r.a.) şöyle demiş:
-Rasulullah (s.a.s), ribâ (fâiz) yiyiciye, ribâ (fâiz) kazancı yediricisine lânet etti!(16)
Cabir (r.a.)anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.):
Ribayı (fâizi) yiyene, yedirene, kâtibine ve şahidlerine lânet etti ve:
“Onlar eşittirler!” buyurdu.(17)
Rasulullah (s.a.s.), onları dünyada lânetlediği gibi kıyamet günün de lânetleyecektir!
Abdullah ibn Mes’ud (r.a.) der ki:
-Fâiz yiyen (alan), yediren (veren) ve onu yazan, güzellik için dövme yapan ve yaptıran, zekat vermeyen ve hicretten sonar mürted olarak çölde yaşayan (bedevîleşen) kıyamet gününde Muhammed (s.a.s.)’in lisanından kıyamet günü lânetlenecektir.(18)
“Hadis şarihlerince beyan edildiği gibi, hadislerde ki “fâiz yiyen” sözünden maksad, fâiz alandır. Aldıktan sonar yese de, yemese de hükum olduğu için bu ifâde kullanılmıştır. Keza “fâiz yediren” den maksad da fâiz verendir.
Fâizli muamleye şahidlik edenler ile kâtiblik edenlerin de aynı suça ve günaha ortak oldukları bildirilmektedir.
İmam Nevevî (rh.a.), bu hadisin şerhinde:
-Bu hadis, fâiz alan ile veren arasındaki muâmeleyi yazmanın ve buna şahidlik etmenin haramlığına ve bâtıl bir işe yardımcı olmanın yasakığına açıkça delâlet eder, demiştir.
Rasul-i Ekrem (s.a.s.)’in, bunları lânetlemesinin iki mânâsı vardır.
Birincisi: Bunların, ilâhî rahmetten uzak olduklarını, bildirmektir.
İkincisi: Bunların, ilâhî rahmetten uzak kalmalarını dilemektir.
Bu iki mânânın hangisi olursa olsun, bu ve benzeri hadisler, fâizcilikle iştigal edenlerin ve bunların bu muâmelerine kâtiblik, şahidlik ve benzeri şeylerle yardımcı olanların âkibetlerinin çok fenâ olduğuna delâlet ederler. Çünkü bunların, Allah’ın rahmetinden uzak olduklarının Rasul-i Ekrem (s.a.s.) tarafından bildirilmesinden daha büyük bir tehdid düşünülemez. Keza böyle yapanların, Allah’ın rahmetinden uzak kalmaları için Rasul-i Ekrem (s.a.s.)’in bedduâ etmesi ve dilekte bulunması da bir öncekinden hafif bir tehdid sayılmaz. Zira Rasul-i Ekrem (s.a.s.)’in her dileğinin Allah katında makbul olduğu inancındayız.”(19)
Yegâne Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bun(lar)dan kaçının, umulur ki, kurtuluşa erersiniz.
Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?
Allah’a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sakının. Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki, elçimize düşen, ancak apaçık bir tebligattır.” (20)
“İçkiye on yönden lânet edilmişti.” Buyuran Rasulullah (s.a.s.)’in bu konuda üç hadislerini kaydedelim:
1- Cabir (r.a.)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur.
“Allah’a ve ahiret gününe inanan kişi, üstünde şarap (kadehleri) döndürülen masaya oturmasın!”(21)
2- Muğire b. Şu’be (r.a.)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur.
“Kim içki satarsa, domuzları da boğazlasın.” (22)
3- Vail el- Hadramî anlatıyor:
Tarık b. Suved el-Cu’fî, Rasulullah (s.a.s.)’e şarabın hükmünü sormuş, O da, kendisini men’etmiş yahud onu yapmasını kerih görmüş.
Bunun üzerine Tarık:
-Ben onu, ancak ilaç için yapıyorum, demiş.
Rasulullah (s.a.s.):
“O ilaç değildir, lâkin derttir!” buyurmuşlar.(23)
En hayırlı ümmetin, hayırlı nesl Ashab-ı Kiram’ın içkinin her türlüsü hakkındaki tavrına örnek olarak Ebu Musa(r.a.)’ın tavrını beyan edelim…
Bürdat b. Ebu Musa:
-Allah’ı bırakıp da şu sütûna tapmamla şarap içmem arasında ne fark vardır? derdi.(24)
Bu beyanın şerhinde Şarih, şunları söyler:
“Ebu Musa, kemal ve takvasından dolayı şarap içmeyi, Puta tapmak kadar tehlikeli görmüştür. Yahud da şarap, insanı neticede şirke götüreceğini kaydetmiştir. Böyle olunca mü’minin nazarında şarap şirk derecesinde olur. Şirkten kaçındığı gibi, şaraptan kaçınır.” (25)
İbn Ömer (r.anhuma)’nın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“İçkiye on yönden lânet edilmiştir: İçkinin kendisine, onu imal edene, imal etmek isteyene, satıcısına, müşterisine, taşıyanına, taşıttırana (sipariş edenine), bahasını yiyenine, içenine ve içirenine.” (26)
Bu hadisin şerhinde şunlar beyan edilmiştir:
“Bilindiği gibi herşeyin lânete hedef olması ve lânetten etkilenmesi, kendi durumu ve özelliklerine göre olur. Meselâ, şarabın lânetten etkilenmesi, onun içilmesinin haram hale gelmesi ve pis hale gelmesi şeklinde olur. Bu lânete hedef olan insanların ondan etkilenmeleri ise, günahkâr olmaları, Allah’ın rahmetinden tecelli eder.
Tuhfetü’l-Ahvezî yazarına göre, “şarap satan ve satın alan, hangi maksadla satarsa satsın veya satın alırsa alsın, hadis-i şerifteki lânete müstehaktır.”
Şarap yapılması için züm sıkıp şırasını çıkaran ya da başkasına sıktıran kimsenin durumu da böyledir.” (27)
Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah(s.a.s.) şöyle buyurur:
“Allah, şu hırsız kişiye lânet etsin ki, O, miğfer çalar da o sebeble eli kesilir, bir ip çalar da o yüzden eli kesilir.” (28)
Nakledilen ayet-i kerimeler ve hadis-i şeriflerde apaçık görüldüğü gibi, yegâne Rabbimiz Allah Teâlâ ve önderimiz Rasulullah (s.a.s.), Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyen, Allah’ın hükümlerini yürürlükten kaldırıp yasaklayan kâfir ve zalimlere, ayrıca fâizle uğraşan, içki üreten ve her türlü hırsızlık yapanlara lânet etmektedirler…
Egemen zalim tağutların işgal altındaki İslâm topraklarında kurdurtulan kukla ülkeler ve uşak yönetimlerin durumuna bakıldığında, yaptıklarından dolayı lânetlenmişlerdir… Onların yaptıkları işlerin bütünü Allah ve Rasulullah’ın lânetlemiş olduklarıdır… Çağdaş Cahiliyye toplumları, Allah ve Rasulü (s.a.s.)’in lânetlemiş oldukları toplumlardır… Bu toplumların lânetlenmiş olmaktan tek kurtuluş yolları: Nasûh tevbe ile tevbe etmeleri, şirklerini Tevhid, küfürlerini iman, tağutî düzenlerini İslâm ile değiştirmeleridir…
İşte delil:
“Gerçekten apaçık belgelerden indirdiklerimizi ve insanlar için kitab’da açıkladığımız hidayeti gizlemekte olanlar, işte onlara, hem Allah lânet eder, hem de (bütün)lânet ediciler.
Ancak tevbe edenler, (kendilerini ve başkalarını) düzeltenler ve (indirileni) açıklayanlar (a gelince), artık oların tevbelerini kabul ederim. Ben, tevbeleri Kabul edenim, esirgeyenim.”(29)
İmam Kurtubî (rh.a.), bu ayetin tefsirinde şöyle söyler:
“Bizim ilim adamlarımız göre kişnin: Tevbe ettim, demesi bu sözünden sonra, önce yaptıklarının aksi kendisinde görülmedikçe yeterli değildir. Eğer kişi irtidad etmiş ise, İslâm’ın şer’î hükümlerini açıktan izhar ederek İslâm’a döner. Eğer kişi, çeşitli masiyetler işleyen bir kimse ise, ondan salih amellerin açıkça görünmesi ise fesad ehli önceden işlemiş olduğu hallerin sahibi kimselerden uzak kalmasıyla olur. Şeytan putperest kimselerden ise, onlardan ayrılır, İslâm ehli ile oturup kalkar. Böyelikle daha önceki, kâlinin aksine izhar ederek tevbe gerçekleşir.”(30)
Lânetlenmiş bir cahiliyye toplumu olmaktan kurtulmak isteyenler, bu şartlara dikkat ederek noksansız uymalıdırlar. Kötülüğün her türlüsünden vazgeçip iyiliğe sarılmalı ve gereğini yapmalıdırlar. En büyük zulüm olan şirkin her çeşidini terk edip katıksız iman etmelidirler. Ve katıksız imanın gereği olan salih ameli işlemeli, lânet toplumundan kurtulur, rahmet toplumu olurlar. Şirk toplumları lânet toplumu, tevhid toplumu ise rahmet toplumudur. Cahiliyye ve tağuti toplumlar lânet toplumu, islam toplumu ise rahmet toplumudur!..
1) Ra’d, 13/11
2) Âl-i Îmran, 3/32
3) Mâide , 5/44
4) Bakara , 2/89
5) Bakara, 2/88
6) Bakara, 2/161-162
7) Sahih-i Buhârî, Kitabu’ş-Şahadet, B.5, Hds.6. İmam Buhârî, Halku Ef’ali’l-İbâd – Hadis-i Şerifler ışığında İlâhî Kelâmın Müdafacısı, çev. Yusuf Özbek İst.1992 Sh.135, Hds.416
8) İmam A’zam’ın Beş Eseri Çev. Prof. Dr. Mustafa Öz, İst. 2002, Sh.22 3.Baskı – “el-Âlim ve’l Müteallim” risalesi. İmam A’zam Ebu Hanife ve Eserleri Hzr. Doç.Dr. Abdülvahab Öztürk, Konya 2004 Sh.75-76
9) Mâide, 5/45
10) A’râf, 7/44
11) Hud, 11/18
12) İmam Kurtubî el-Câmiu’li-Ahkâmil – Kur’an, Çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 1997 C.2 Sh.213
13) Ayetin bu cümlesi, şu şekilde de terceme edilmiştir. “Şayet böyle yapmazsanız, Allah’ın ve Rasulü’nün size savaş açtıklarını bilin.”
14) Sünen-i İbn Mace, Kitabul – Ticare B.58 Hds.2278
Sünen-i Ebu Davut Kitabul – Buyu B.3 Hds.3331
Sünen-i Neseî, Kitabul – Buyu B.2 Hds.4433
Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned C. 2 Sh.494
15) Enbiye, 21/107
16) Sahih-i Buhârî, Kitabul – Buyu B.13 Hds.180 Sahih-i Müslim, Kitabul – Müsâkat B.14 Hds.105
17) Sahih-i Müslim, Kitabul – Müsâkat B.19 Hds.106
Sünen-i Tirmizi, Kitabul – Buyu B. 2 Hds. 1221
Sünen-i İbn Mace, Kitabul – Ticare B.58 Hds. 2277
Sünen-i Ebu Davut, Kitabul – Buyu B.4 Hds. 3333
Sünen-i Neseî, Kitabuz – Ziynet B.25 Hds. 5070-5073
Sünen-i Dârimi, Kitabul- Buyu B.4 Hds. 2538
Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsmed, C.3 Sh.304
18) Sünen-i Neseî, Kitabuz – Ziynet B.25 Hds. 5070
19) Haydar Hatipoğlu, Sünen-i İbn Mace Tercemesi ve Şerhi, İst.1983, C.6 Sh.305-306
20) Mâide, 5/90-92
21) Sünen-i Tirmizi, Kitabul – İsti’zan ve’l –Adab, B.76, Hds. 2952 Sünen-i Dârimi, Kitabul – Eşribe B.4 Hds. 2092 İmam Hafız el-Muaziri, Hadislerle İslam – Terğib ve Terhib, Çev. A. Muhtar Büyükçınar Vdğ. İst. T.Y. C.5, Sh.11 Hds.11 Taberani’den .
22) Sünen-i Ebu Davud, Kitabul – İcare B.64 Hds. 3489 Sünen-i Dârimi, Kitabul – Eşribe, B.9 Hds. 2108 Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.4 Sh.253
23) Sahih-i Müslim, Kitabul – Eşribe, B.3 Hds.12 Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’t – Tıbb, B.11 Hds.3873 Sünen-i Tirmizi, Kitabu’t – Tıbb, B.8 Hds.2119 Sünen-i İbn Mace, Kitabu’t – Tıbb, B.27 Hds.3500 Sünen-i Dârimi, Kitabul – Eşribe, B.6 Hds.2101
24) Sünen-i Neseî, Kitabul – Eşribe, B.42 Hds.5629
25) Sünen-i Neseî, Şerh: Hafız Celaleddin es-Suyuti, Çev. A. Muhtar Büyükçınar, vdğ. İst.1981 C.8 Sh.836
26) Sünen-i İbn Mace, Kitabul – Eşribe, B.6 Hds. 3380–3381 Sünen-i Tirmizi, Kitabul – Buyu, B.58 Hds.1311 Sünen-i Ebu Davud, Kitabul – Eşribe, B.2 Hds.3674 Not: İmam Ebu Davud (r.ha)’ın rivayetinde: “Allah lânet etsin” denilmiştir.
Tabarânî, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve şerhi, çev. İsmail Mutlu, İst. 1997, C. 2, sh. 202, Hds. 518.
İmam Suyutî, Câmiu’s-Sağir Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, çev. İsmail. Mutlu, Vdğ, İst.1996. C. 3, Sh. 197, Hds. 3216 (7253). Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.2, Sh. 97’den
27) Sünen-I Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Hazırlayanlar: Necati Yeniel-Hüseyin Kayapınar, İst.1991, C. 13, sh. 294.
28) Sahih-i Buhârî, kitabu’l-Hudud, B.8, Hds. 12.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Hudud, B.1, Hds. 7.
Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Hudud, B.22, Hds. 2583.
Sünen-i Neseî, Kitabu Katu’s-Sarik, B.1, Hds.4844.
Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.2, sh. 253.
29) Bakara, 159-160.
30) İmama Kurtubî, A.g.e. C. H.g.e. c.2, sh.419.