Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Dünyada mü’minler üç sınıftır: Biri, Allah’a ve Rasûlü’ne iman eden, sonra şüpheye düşmeyen, Allah yolunda malları ve canlarıyla cihâd edenlerdir. Diğeri, insanların malları ve canlarını kendilerine emânet edebildiği kişilerdir. Bir diğeri de, tamah ettiği bir şeyle karşı karşıya kaldığı zaman, Allah için ondan vazgeçen kişidir.”1
Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) rivâyet eder.
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Dünyada mü’minler üç sınıftır:
Biri, Allah’a ve Rasûlü’ne iman eden, sonra şüpheye düşmeyen, Allah yolunda malları ve canlarıyla cihâd edenlerdir. Diğeri, insanların malları ve canlarını kendilerine emânet edebildiği kişilerdir. Bir diğeri de, tamah ettiği bir şeyle karşı karşıya kaldığı zaman, Allah için ondan vazgeçen kişidir.”1
“Âlemlere rahmet olarak gönderilen” en son Nebî ve en son Rasûl Rasûlullah Muhammed (s.a.s.), kendisine iman eden mü’min Müslümanları böyle sınıflandırıyor... Onların imanlarının kuvvetli oluşları ve amellerdeki ihlâslarına göre durumlarını beyân buyuran yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasûlullah (s.a.s.), birinci sırada bulunanların “sâdıklar” olduğunu vurgulamaktadır...
Rabbimiz Allah Teâlâ’nın:
“Ey iman edenler, Allah’tan sakının ve sâdıklarla beraber olun.”2 diye buyurduğu sâdıklar...
Yegâne Rabbimiz ve İlâhımız Allah Azze ve Celle, iman eden kullarının beraber olmasını emir buyurduğu “sâdıklar”ın kimler olduğunu şöyle açıklıyor:
“Mü’min olanlar, ancak o kimselerdir ki onlar, Allah’a ve Rasûlü’ne iman ettiler, sonra hiçbir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihâd ettiler. İşte onlar sâdık olanların tâ kendileridir.”3
Muhammed Ali es-Sâbûnî, “Safvetü’t-Tefâsîr” adlı tefsirlerin özü olarak hazırladığı eserinde bu âyetin tefsirinde şunları kaydeder:
“İman iddiasında sâdık olan mü’minler, ancak Allah ve Rasûlü’nü tasdik eden, Allah’ın birliğini ve Rasûlü’nün Peygamberliğini kâmil bir iman ve kesin bir inançla ikrar edenlerdir. Sonra imanlarında şüpheye düşüp sarsıntı geçirmeyen, bilakis tasdik ve kesin iman üzerinde kalanlar, Allah yolunda ve O’nun rızası uğruna mallarını ve canlarını fedâ edenlerdir. İşte, iman iddiasında doğru olanlar onlardır.
Yüce Allah, kâmil mü’minleri üç sıfatla niteledi: Birincisi, Allah ve Rasûlü’ne kesin iman. İkincisi, şek ve şüpheye düşmemek. Üçüncüsü, mal ve can ile cihâd etmek. İşte, kim bu sıfatları kendinde toplarsa, o, gerçek mü’mindir.”4
Prof. Dr. M. Mahmud Hicâzî, “Tefsîr el-Vâdıh” adlı eserinde bu âyeti açıklarken şunları söyler:
“Cenâb-ı Allah, mü’minlerin sıfatlarını bu âyette ve diğer âyetlerde anlatmıştır...
1.Mü’minler onlardır ki, Allah’ın mevcûdâtı yoktan var ettiğine, var olan her şeye güç yetirdiğine, gizliyi ve gizlinin de gizlisini bildiğine, kalplerdeki gizlilikleri ilmi ile kuşattığına, göğüslerdeki sırları bildiğine, lütuf sahibi olduğuna, kudretinin güçlü olduğuna, her şeyin kendisine döneceğine, kendi zatından başka her şeyin yok olacağına, mahşer gününde herkesin O’nun huzurunda toplanacağına inanırlar.
2.Mü’minler, Allah’ın Rasulü Muhammed (s.a.s.)’in Peygamberlerin sonuncusu ve önderi olduğuna, Rabbinden gelen bütün hükümleri insanlara tebliğ ettiğine, Allah’ın kulu olup bütün insanlara gönderilen bir elçisi olduğuna, kendi hevesinden bir şey söylemediğine, söylediği her sözün güçlü, kuvvetli Rabb tarafından kendisine vahyedilen şeyler olduğuna inanırlar.
3.Mü’minler, hiçbir şeyde şüpheye kapılmazlar. Bilakis onların imanları sâbit bir inançtan, kâmil bir yakînden doğar. Onların bu imanlarını fırtınalar sarsmaz. Rüzgârlar sağa-sola itmez. Allah ve Rasûlü’ne iman etmişlerdir. Çünkü o, haktır, vâciptir. Başka hiçbir şeye bakmamak gerekir. Onların imanları, bir art niyet veya menfaat esasına dayanmamaktadır. Kendilerine bir şey verilirse razı olurlar. Bir şey verilmediği zaman, münafıklar gibi öfkelenmezler.
4.Allah yolunda malla, canla cihâd etmek, imanın delili, işareti, esası ve mihenk taşıdır. İman, dili oynatarak söylenen bir söz veya kelime oyunu yaparak sarf edilen bir konuşma değildir. O, ancak nefse, düşmana ve İslâm düşmanlarına karşı yapılan bir cihâddır. İslâm dâveti, dünya menfaati elde etmek için yapılan bir cihâd değil, bilakis Allah yolunda ve ‘İlâyi Kelimetullah’ uğrunda yapılan bir cihâddır.”5
Ebû Mûsâ el-Eş’arî (r.a.) anlatır:
Rasûlullah (s.a.s.)’e bir kimse geldi de:
-“Bir kısım kimseler ganimet malı için savaşır, bir kısım kimseler de insanlar arasında adının söylenip övülmesi için savaşır, bir kısım insanlar da yiğitlikteki mevkiî derecesi görülsün diye cihâd eder. Şu halde Allah yolunda cihâd eden kimdir?” diye sordu.
Rasûlullah:
“Her kim Allah’ın kelimesi en yüce olsun diye savaşırsa, onunkisi Allah yolundadır.” buyurdu.6
İmanlarında, sâlih amellerinde ve dâvâlarında sâdık olan şahsiyetler bunlardır... Mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda ve Allah’ın kelimesi yüce olsun diye cihâd eden erlerdir bunlar... Rabbimiz Allah, muvahhid mü’min kullarının; sâdıklar olmasını ve sadıklarla beraber olmalarını emir buyurmuştur... İman ve takvâ ile sâdık bir şahsiyet olan muvahhid mü’minlerin, kendileri gibi sâdık olanlarla beraber olmaları, kulluk vazifelerindendir... Böyle olup hep beraber Allah’ın ipine sımsıkı sarılarak birlik haline geldiklerinde, üzerlerine düşen ânın vâcibi olan görevlerini yerine getirir, böylece işgal edilen toprakları işgalden, kendileri de esâretten kurtulmuş olurlar!..
İslâm Milleti’nin önderi ve hayat örneği Rasûlullah (s.a.s.)’in beyân buyurduğu üç sınıf mü’minlerden ikincisi, insanların kendilerine güvenip emin kişiler görerek mallarını emânet ettiği ve canları konusunda güven içinde oldukları şahsiyetlerdir... En son Nebî ve en son Rasûl Muhammed (s.a.s.), “el-Emîn” idi... Ümmetinden mü’min Müslümanlar da emindirler... Emânete sahip çıkar ve asla ihanet etmezler... Gerek Rabbleri Allah’ın kendilerine yükledikleri emânet konusunda, gerekse insanların malları ve sırlarını teslim ettikleri emanet konusunda çok sâdık ve sâlih şahsiyetlerdir... Ne gerekiyorsa, onu takdire şâyân bir halde gerçekleştirir ve ânın vâcibini yerine getirirler...
Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
“Gerçek şu ki, Biz emâneti göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar, bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar, onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zâlim, çok cahildir.”7
Emâneti yüklenen insan kullarından katıksız iman eden muvahhid mü’min kullarının vasıflarını beyân buyuran Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Onlar, emânetlerine ve ahidlerine riâyet edenlerdir.”8
“Onlar, kendilerine verilen emânete ve verdikleri ahde (harfiyen) riâyet edenlerdir.”9
Emânet konusunda, Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ’ya karşı kulluk vazifelerini yerine getiren mü’min Müslümanlar, gerek kendi aralarında, gerekse kendilerinin dışındaki diğer insanlarla ilişkilerinde de emânete karşı hassas davranır ve olumlu olarak olması gereken ne ise ona riâyet ederler... Emin şahsiyetler oldukları için birbirlerine güvendikleri gibi, diğer insanlar da onları takdir edip güvenirler...
Fadâle b. Ubeyd (r.a.) rivâyet eder.
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Mü’min, o kimsedir ki insanlar, malları ve canları bakımından ondan (bir zarar gelmeyeceğinden) emniyet içindedirler.”10
Hattabî (rh.a.) der ki:
-Müslümanların efdali, Allah’ın hakkına ve insan haklarına riâyet edendir.
Bazıları, bu konuda der ki:
-Bu hadis, Allah ile muamelesini güzelleştirmeye işarettir. Çünkü Müslüman kardeşlerine karşı davranışı güzel olursa, Allah’a karşı muamelesi daha güzel olur.11
İslâm’ın hükümlerinin yasaklanıp mahkûm edildiği ve gayr-i İslâmî düzenlerin egemen olduğu işgal altındaki İslâm topraklarında, farkına varsalar da, varmasalar da esâret altında yaşayan Müslüman kitleler, içinde bulundukları olumsuz şartlara rağmen iman ettikleri önderleri Rasûlullah (s.a.s.)’in sünneti üzere yaşamaya gayret etmelidirler... Rabbimiz Allah’ın beyânıyla, “hayvanlardan daha sapık ve aşağılık” duruma düşmüş egemenlerin12 korkunç zulümlerine ve hakkın ortaya çıkmasını engellemelerine rağmen, muvahhid mü’min Müslümanlar, iman, tevhid ve İslâm üzere çok sabrederek, birlik ve beraberlik içinde direnmeli, egemen gayr-i İslâmî işgalcilerin potasında erimemeye çalışmalıdırlar...
Şirkin, küfrün ve putperestliğin egemen olduğu câhiliyye toplumlarında, zillet içinde yaşamaya mahkûm edilen Müslümanlar, “Yeniden İslâm’a” dönmeli, insanî vasıflarından uzaklaştırılmaya çalışılan kitlelere insanlık dersi verip, onlara güzel ahlâklarıyla örnek olmalıdırlar... Ehline mâlumdur ki, hayırlı ümmetin vasfı da budur!..
Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
“Böylece Biz sizi, insanlara şâhid (ve örnek) olmanız için vasat bir ümmet kıldık, Peygamber de üzerinize bir şâhid olsun.”13
Rasûlullah Muhammed el-Emîn (s.a.s.)’in hayırlı ve vasat ümmeti, şâhid, yani her iyilikte, her güzellikte, her hayırda ve her olumlu hal ve harekette örnek bir ümmettir... Dünyanın neresinde ve hangi çağda olurlarsa olsunlar, önderleri Rasûlullah (s.a.s.)’in izinden giderek “el-Emîn” sıfatını canlı tutmalıdırlar... Câhiliyye toplumlarını, tevhid toplumuna döndürmenin en önemli şartı budur... Beyân ettikleri tevhidi, imanı ve İslâm’ı yaşayarak, canlı bir şekilde beyân etmek, câhiliyye toplumunun daha rahat bir inkılâb ile tevhid toplumuna dönüşmesi sağlanmış olur... Ayrıca, tevhid ve şirk, iman ve küfür, İslâm ve tâğût safları da net bir şekilde ayrışarak gündeme gelir...
Muvahhid mü’minler, toprakları işgal, kendileri de esâret altında olduklarını unutmadan, işgalcilerin dinine asla meyil göstermeden, İslâm’ın kendilerine yüklediği vazifelerini hakkıyla yerine getirir, Allah’ın ipine hep beraber sarılır ve dosdoğru davranarak, en hayırlı, en güzel örnek olabilirlerse, diğer insanları daha rahat İslâm’a dâvet edebilecek, onların hidâyet bulup muvahhid mü’minlerin saflarına katılmalarını sağlayacaklardır... İnsan, tabiatı itibariyle duymaktan değil, en çok görmekten etkilenir... İslâm ârifleri, bu hakikati dile getirirken, “İnsan, gözden, görüş ve bakıştan ibarettir” demişlerdir...
İbn Abbâs (r.anhuma) rivâyet eder.
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Duymak, bizzat görmek gibi değildir. Allah Mûsâ’ya, kavminin buzağı konusunda neler yaptığını haber verdi. Ancak Mûsâ elindeki levhaları atmadı. Onların yaptıklarını bizzat gördüğünde ise, levhaları yere attı ve levhalar kırıldı.”14
“Dâru’l-Harb”e dönüşmüş işgal altındaki İslâm beldelerinde tebliğ, davet ve irşâd vazifesi ile uğraşan muvahhid mü’minler, “el-Emîn” sıfatlı örnek şahsiyetler olmalıdırlar... Dâvete muhatap olanların, sözden ziyâde amele dikkat ettikleri unutulmamalıdır!..
Hayat önderimiz ve örneğimiz Rasûlullah (s.a.s.)’in üç sınıf olduğunu beyân buyurduğu mü’minlerin üçüncüsü, arzuladığı ve tamah ettiği bir şeyle karşılaştığı vakit, uygun olmadığı, yani mü’minin şahsiyetine uymadığı için ve Allah’ın rızasını gözeterek ondan vazgeçen şahsiyettir... Çünkü muvahhid mü’minler, Allah için olduklarına iman etmiş ve bu hakikatin farkında olan kişilerdir... Onlar, her durumda ve her hallerinde Rabbleri Allah’ın rızasını talep eder, bu rızayı ve Rabbleri Allah’ın sevgisini kazanmak için sâlih amellerde bulunur, emrolundukları gibi dosdoğru olmaya gayret ederler... Her ne yapılması gerekiyorsa, yapmadan önce bunun Allah’ın rızasına uygun olup olmadığını araştırır, uygunsa işler, uygun değilse ondan alabildiğine uzaklaşırlar... Onların hicreti, Allah’ın haram kıldığı şeylerden uzak düşmektir...
Abdullah b. Amr (r.a.)’ın rivâyetiyle şöyle buyurur Rasûlullah (s.a.s.):
“Muhâcir, Allah’ın nehyettiği şeyleri terk edendir.”15
Muvahhid mü’minler, ister İslâm’ın bütün kurumlarıyla egemen olduğu İslâm Devleti yönetimindeki “Dâru’l-İslâm”da yaşasınlar, ister küfür ve şirk düzenlerin egemen olduğu gayr-i İslâmî yönetimleri olan “Dâru’l-Harb”de yaşasınlar, bu mübarek muhâceret tavırlarını sürdürmeli ve ondan hiçbir taviz vermemelidirler... Muhâcir olmalarının gereğini yerine getirmeli ve bu hicretin kendilerine ânın vâcibi olduğunu bilip, inanıp idrâk ederek şuuruna varmalıdırlar...
Mü’minlerin üç sınıf olduğunu açıklayan önderimiz Rasûlullah (s.a.s.), ümmetinin de üç sınıf olduğunu beyân buyurur:
Yezîd b. Ebî Hatîb (r.a.) rivâyet eder.
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Ümmetim üç sınıf olacaktır.
Onlardan birinci sınıf, kendilerini âhirete ulaştıracak kadar olanı hariç, çok malı sevmeyecek ve malın azını da, çoğunu da biriktirmekten hoşlanmayacaktır.
İkinci sınıf, mal toplamayı –ya da çok mal- severler. Bununla akrabalarına, yetim ve yoksullarına iyilik yapar ve bununla haccedip Allah yolunda bunu infâk ederler. Onlardan birinin taşı dişlemesi, kötü bir malı elde etmesinden ona daha sevimlidir.
Üçüncü sınıfa gelince, onlar da mal toplamayı ve çok malı severler. Malı, nereden kazandıklarını ve onun nereden geldiğini umursamazlar. İşte bu kimseler, nefislerinde olanı kınamayan kimselerdir.”16
Yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasûlullah (s.a..s.), ümmetin dünyalık mal konusunda üç sınıf olduğunu ve mala karşı tutumlarını beyân buyurmaktadır... Hiç şüphesiz, ümmetin mala karşıki anlayışları ve davranışları Rasûlullah (s.a.s.)’in beyân buyurduğu gibi olmuştur, olmaya da devam edecektir... Rasûlullah (s.a.s.), mutlaka en doğrusunu beyân buyurmuştur!.. Çünkü:
“O, hevâdan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz.
O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir.”17 diye buyurur. Onu “Âlemler için yalnızca bir rahmet olarak gönderen”18 Allah Teâlâ...
Ümmetin, muvahhid mü’min Müslüman ve muttakî fertleri, imtihan aracı olan mal konusunda, Rasûlullah (s.a.s.)’in buyurduğu birinci sınıfı oluştururlar... Onlar, dünya hayatını, âhiret için bir tarla yapmış, bütün çalışmaları ebedî âhiret hayatının saadeti ve selâmeti içindir... Dünya malına karşı gönüllerinde herhangi bir sevgi taşımaz, biriktirme derdine düşmezler... Onlar, “er-Rezzâk” Allah Teâlâ’nın kendilerine helâl ve temiz olarak verdiği rızık ile geçimlerini, isrâftan arınmış bir halde yapmaya ve verilen nimetler ile âhiret yurdunu imâr etmeye çalışmaktadırlar... Rabbimiz Allah’ın:
“Onlar, gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infâk ederler.”19 diye vasıflarını beyân ettiği kullar bunlardır...
Allah onları katıksız imanlarından, sâlih amellerinden ve Allah’a tam tevekkül edişlerinden dolayı korumasına almıştır... Âlemlerin Rabbi Allah onları, dünyevîleşmekten korumuş ve kendisinden başkasına muhtaç etmemiştir... Allah, onları sevmiş, onlar da Allah’ı sevmişlerdir...20
Katâde en-Nu’mânî (r.a.)’dan.
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Allah, bir kulu sevdiği vakit onu dünyadan korur. Tıpkı sizden birinizin hastasını sudan korumaya devam etmesi gibi.”21
Huzeyfe (r.a.) rivâyet eder.
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Çobanın koyunlarını tehlikeli otlaklardan koruması gibi, Allah Azze ve Celle de mü’min kulunu korur.”22
Bu muttakî muvahhid mü’minler, dünyadaki paylarını unutmadan, Allah’ın verdiği imkânlarla âhiret yurdunu aramakta ve kendilerini, geleceğinde hiçbir şüphe olmadan iman ettiğimiz o ebedî yurda hazırlamaktadırlar... Bu değerli mü’min şahsiyetler, dünya malı fitnesinden kurtulmuş, yani mal imtihanını başarı ile sonuçlandırmışlardır...
Üç sınıf olan ümmetin ikinicisi, mala karşı sevgileri olduğu için malı biriktirir ve çoğaltmaya çalışırlar... Biriktirdikleri malı, akrabalara, yetimlere ve fakirlere infâk eder, helâlinden kazanıp helâl yere sarf etmeye çaba gösterirler... Üzerlerine düşen zekât ve sadaka görevlerini yerine getirmeye çalışırlar...
“Onlar, zekâta ilişkin (söz ve görevlerini mutlaka) yerine getirenlerdir.” 23
“Onlar ki, mallarını gece, gündüz, gizli ve açık infâk ederler. Artık bunların ecirleri Rabbleri katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzûn olmayacaklardır.”24
Helâl yollardan kazanmaya ve Allah’ın rızası için sarf etmeye dikkat eden ümmetin bu sınıfı, bu davranışlarından dolayı takdir edilenlerdir... Mal ile cihâd edenler, mal fitnesinden, Allah yolunda harcamakla kurtulmaya çalışmakta ve İslâm binasının beş direğinden biri olan zekât direğini sağlamlaştırmaya, sadaka ile ümmetin fakir fertlerini güçlendirmeye gayret etmektedirler...
Merhamet olunmuş, vasat, şâhid ve hayırlı ümmetin üçüncü sınıfı, mal fitnesine düşmüş, mal toplamayı ve çok mallarının olmasını severler... Mala karşı aşırı sevgi, onları olmaması gerekli olan bir duruma sokmuş, malı nereden kazandıklarını ve malın nereden geldiğini umursamaz bir haldedirler... Onlar için helâl ya da haram fark etmez olmuştur. Yeter ki para gelsin, yeter ki malları çoğalsın!.. Bunlar, mal fitnesine düşmüş, çok kötü bir durum gündeme getirmişlerdir...
Ebû’d-Derdâ (r.a.) rivâyet eder.
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Bir şeyi (haddinden fazla) sevmen (seni) kör ve sağır eder.”25
Mal biriktirme ve çoğaltma sevgisi, onları bu hale getirmiş, gerçeği görmez, doğru söze ve nasihate kulak vermez bir duruma düşürmüştür...
Ebû Mûsâ el-Eş’ârî (r.a.)’dan.
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Dünyasını seven kimse, âhiretine zarar verir. Âhiretini seven kimse, dünyasına zarar verir. Siz bâkî olanı, fânî olana tercih edin.”26
Rasûlullah (s.a.s.), her şeyde dengeli ve âdil olmayı emir buyurmuştur... Dünya ve âhiret dengesini sağlayan ve onda dâimî olan, kurtuluşu, mutluluğu ve huzuru elde etmiş olur... Her muvahhid mü’minin tercihi bâkî olandır, ebedî olandır... Elbette ebedî olanı, fânî olana tercih edecektir. Fakat bu haklı tercihi, dünya ve âhiret dengesini bozmayacak ölçüde olmalıdır... Dünya malının peşine düşen, helâlini ve haramını önemsemeyen, nerden gelirse gelsin yeter ki gelsin diye mala karşı aşırı tutkusu olan kişiler, mal fitnesine düşerek imtihanı kaybedenlerden olurlar... Her ümmetin bir fitnesi, yani imtihan aracının bulunduğunu, kendi ümmetinin fitnesinin de mal olduğunu,27 ümmetin mal ile imtihan edileceğini haber veren önderimiz Rasûlullah (s.a.s.), bu konuda çok dikkatli olmayı da emir buyurmuştur... Mal sahibi zengin kişilerin, muttakî, gönülleri zengin ve üzerlerine düşen kulluk vazifelerini yaptıkları müddetçe Allah’ın sevdiği kullardan olduğunu bildirmiştir!..
Sa’d b. Ebî Vakkâs (r.a.) rivâyet eder.
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Şüphesiz ki Allah, muttakî, zengin ve kendini ibâdete veren kulu sever.”28
Ebû Saîd (r.a.) anlatır:
Rasûlullah (s.a.s.):
“Zenginler helâk oldular!” buyurdu.
Sahâbîler:
-Kimler hariç? diye sordular.
Rasûlullah yine:
“Zenginler helâk oldular!” buyurdu.
Sahâbîler tekrar:
-Hariç olan kimdir? diye sordular.
Biz bu hükmün vâcip olmasından (yani, tüm zenginlerinden helâk olmasından) korktuk.
Ardından Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Şöyle şöyle yapanlar (mallarını, Allah için ihtiyaç sahiplerine dağıtanlar) hariç. Ancak onlar da ne kadar azdır.”29
İslâm’ın mahkûm, mü’min Müslümanların esâret altında bulunduğu, gayr-i İslâmî düzenlerin egemen olduğu “Dâru’l-Harb”e dönüşmüş olan İslâm topraklarında hayat mücadelesi veren muvahhid mü’minler, ticaretlerine, çalışmalarına, kazançlarına ve sarf ettikleri yerlere çok dikkat etmeleri, onların üzerinde ânın vâcibidir... Haramlardan hicret etmiş bir halde, helâl olan gelir ile meşgul olmaları, kulluk vazifeleridir... Helâl kazançlarından Allah yolunda sarf etmeleri bu vazifelerin gereğidir... Ne mutlu kulluk vazifesini gereği gibi yerine getirenlere!..
1)İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, Çev. Hüseyin Yıldız, vdğ. İst. 2013, c. 1, s. 296, Hds. 371.
Celâleddin es-Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr fi’t-Tefsîr bi’l-Me’sûr, Çev. Hüseyin Yıldız, İst. 2012, c. 13, s. 563. Hâkim et-Tirmizî’den.
Nûreddin el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Çev. Âdem Yerinde, İst. 2015, c. 1, s. 166, Hds. 226.
İmam, Hâfız İbn Kesîr, İbn Kesîr Tefsîri, Çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 2012, c. 10, s. 303, Hds. 6273.
2)Tevbe, 9/119.
3)Hucurât, 49/15.
4)Muhammed Ali es-Sâbûnî, Safvetü’t-Tefâsîr-Tefsirlerin Özü, Çev. Prof. Dr. Sadreddin Gümüş-Dr. Nedim Yılmaz, İst. 2016, c. 6, s. 135.
5)Prof. Dr. M. Mahmud Hicâzî, Furkân Tefsîri, Çev. Mehmet Keskin, İst. T.y. c. 5, s. 623-624.
6)Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’l-Cihâd ve’s-Siyer, B. 15, Hds. 25.
Kitâbu’l-İlm, B. 45, Hds. 64.
Kitâbu’l-Humus, B. 10, Hds. 24.
Kitâbu’t-Tevhîd, B. 28, Hds. 84.
Sahîh-i Müslim, Kitâbu’l-İmâre, B. 42, Hds. 149-151.
Sünen-i İbn Mâce, Kitâbu’l-Cihâd, B. 13, Hds. 2783.
Sünen-i Nesâî, Kitâbu’l-Cihâd, B. 21, Hds. 3122.
Sünen-i Ebû Dâvûd, Kitâbu’l-Cihâd, B. 24-25, Hds. 2517.
Sünen-i Tirmizî, Kitâbu Fedâili’l-Cihâd, B. 16, Hds. 1697.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 9, s. 250-253, Hds. 12947-12952.
Abdurrezzâk es-San’ânî, Musannef, Çev. Hasan Yıldız, İst. 2013, c. 5, s. 318, Hds. 9567.
7)Ahzâb, 33/72.
8)Mü’minûn, 23/8.
9)Meâric, 70/32.
10)Sünen-i İbn Mâce, Kitâbu’l-Fiten, B. 2, Hds. 3934.
Sünen-i Nesâî, Kitâbu’l-Îmân, B. 8, Hds. 4995.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, sh. 235, Hds. 257. c. 1, s. 298-299, Hds. 376-379.
Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 2013, c. 1, s. 202-203, Hds. 24-25.
Ebû Nuaym el-Isbehânî, Hilyetu’l-Evliyâ ve Tabakâtu’l-Asfiyâ, Çev. Hüseyin Yıldız, vdğ. İst. 2015, c. 9, s. 77, Hds. 81.
İmam Ebû Muhammed Abdulhamîd b. Humeyd b. Nasr el-Kissî, el-Müntehâb-Abd b. Humeyd Müsnedi, Çev. Serkan Ünal, Konya, 2015, s. 178, Hds. 336.
11)Sünenü’n-Nesâî, Şerh: Hâfız Celâleddin es-Suyûtî, Hâşiye, İmam Sindî, Çev. A. Muhtar Büyükçınar, vdğ. İst. 1981, c. 7-8, s. 559.
12)Rabbimiz ve İlâhımız Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Kendi istek ve tutkularını (hevâsını) ilâh edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın?
Yoksa sen, onların çoğunu (söz) işitir ya da aklını kullanır mı sayıyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gibidirler. Hayır, onlar, yol bakımından daha şaşkın (ve aşağı)dırlar.” Furkân, 25/42-43. Ayrıca bkz. Câsiye, 45/23. A’râf, 7/179.
13)Bakara, 2/143.
14)İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 16, s. 285, Hds. 23503. C. 17, s. 136, Hds. 24674.
Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek, c. 5, s. 288, Hds. 3487.
Beyhakî, Kitâbü’z-Zühd, Çev. Enbiya Yıldırım, İst. 2000, s. 115, Hds. 289.
Nûreddin el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, c. 1, s. 413, Hds. 687. Bezzâr ve el-Mu’cemu’l-Kebîr ve el-Mu’cemu’s-Sağîr’de Taberânî rivâyet etmiştir.
15)Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’r-Rikâk, B. 26, Hds. 71.
Sünen-i Nesâî, Kitâbu’l-Îmân, B. 9, Hds. 4996.
Sünen-i Ebû Dâvûd, Kitâbu’l-Cihâd, B. 2, Hds. 2481.
Sünen-i İbn Mâce, Kitâbu’l-Fiten, B. 2, Hds. 3934.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 232-233, Hds. 251-252.
Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek, c. 1, s. 202-203, Hds. 24-25.
16)Abdullah b. Mübârek, Kitâbu’z-Zühd ve’r-Rekâik, Çev. Abdullah Samed Afaracı, İst. 2015, s. 241, Hds. 776.
17)Necm, 53/3-4.
18)Enbiyâ, 21/107.
19)Bakara, 2/3.
20)Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidâd eder)se, Allah, (yerine) kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği, mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı ise güçlü ve onurlu,
Allah yolunda cihâd eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah’ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir.” Mâide, 5/54.
21)Sünen-i Tirmizî, Kitâbu’t-Tıbb, B. 1, Hds. 2107.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 294-295, Hds. 368-370.
Beyhakî, Şu‘abu’l-Îmân, Çev. Hüseyin Yıldız, vdğ. İst. 2015, c. 10, s. 65, Hds. 9964-9966.
Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek, c. 10, s. 709, Hds. 7540.
İbn Ebi’d-Dünyâ, İbn Ebi’d-Dünyâ Külliyatı-Hadislerde Dünyanın Yerilmesi (Zühd), Çev. Hüseyin Yıldız, İst. 2013, c. 3, s. 110, Hds. 38.
İbn Hacer el-Askalânî, el-Metâlibu’l-Âliye, Çev. Âdem Yerinde-Hüseyin Kaya, İst. 2010, C. 3, s. 227, Hds. 3265. Ahmed b. Menî’ ve Ebû Ya’lâ’dan.
22)Beyhakî, Şu‘abu’l-Îmân, c. 10, s. 66, Hds. 9967.
İbn Ebi’d-Dünyâ, İbn Ebi’d-Dünyâ Külliyatı-Hadislerde Dünyanın Yerilmesi (Zühd), c. 3, s. 224, Hds. 262.
23)Mü’minûn, 23/4.
24)Bakara, 2/274.
25)Sünen-i Ebû Dâvûd, Kitâbu’l-Edeb, B. 115-116, Hds. 5130.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 16, s. 283, Hds. 23497.
el-Kissî, el-Müntehâb-Abd b. Humeyd Müsnedi, s. 117, Hds. 205.
Beyhakî, el-Âdâb, Çev. Dr. Faik, Akçakoca-Muhammed Enes Topgül, İst. 2016, s. 139, Hds. 209.
Kuzâî, Şihabü’l-Ahbâr Tercümesi, Çev. Prof. Dr. Ali Yardım, İst. 1999, s. 66, Hds. 151.
İmam A’zam Ebû Hanîfe, Müsnedi-Haskefî Rivâyeti, çev. Ali Pekcan, Konya, 2005, s. 231, Hds. 481.
26)İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 16, s. 616-617, Hds. 24248-24249.
Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek, c. 10, s. 299, Hds. 7923.
Kuzâî, Şihâbü’l-Ahbâr Tercümesi, s. 100, Hds. 293.
Nûreddin el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, c. 18, s. 26, Hds. 17825. Bezzâr ve Taberânî’den.
27)Ka’b b. Iyâd (r.a.) rivâyet eder.
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Her ümmetin bir fitnesi vardır ve benim ümmetimin fitnesi maldır.”
Sünen-i Tirmizî, Kitâbü’z-Zühd, B. 19, Hds. 2439.
28)Sahîh-i Müslim, Kitâbü’z-Zühd, Hds. 11.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 15, s. 726, Hds. 22910-22911.
29)Hennâd b. es-Serî, Kitâbü’z-Zühd, Çev. Dr. Musa Akpınar-Dr. Faik Akçakoca, İst. 2017, s. 317, Hds. 609.
el-Kissî, el-Müntehâb-Abd b. Humeyd Müsnedi, s. 423, Hds. 888.
Abdullah DÂİ