Alıp verdiğimiz her nefes, kopan her takvim yaprağı bizi biraz daha ölüme yaklaştırıyorken bu hakikate kayıtsız ve lakayt duruşumuzu gözden geçirme vakti gelmedi mi?
“Akıllı kişi kendisini hesaba çeken ve ölümden sonrası için çalışandır. Aciz kişi ise arzularına uyup bir de Allah’tan bağışlanma bekleyendir.” (Tirmizi, Sıfatül Kıyame, 25.)
İnsanların her iki dünyada mutlu ve huzurlu olabilmeleri için anlaşılır bir dil kullanan Hz. Peygamber (s.a.s.) yeri geldiğinde şekiller çizerek meselelerin somut ve çarpıcı bir şekilde zihinlere nakşedilmesini sağlardı. O, yine ashabıyla beraber olduğu bir gün elindeki çubukla yere dört köşeli bir şekil çizdi. Bu şeklin ortasına önce bir yuvarlak, sonra da dışa doğru uzanan bir çizgi çizdi. Daha sonra şeklin kenarından ortadaki çizgiye doğru küçük çizgiler çizerek şekli tamamladı. Hz. Peygamber’in her bir hareketini dikkatle izleyen meraklı gözler, onun bu şekle dair neler söyleyeceğini sabırsızlıkla bekliyordu. Ve Allah Resulü çizdiği şekli yorumlamaya başladı; (Şekil, Abdullah Aydınlı tarafından tercüme edilen Sünen-i Dârimi adlı eserden alınmıştır.)
“Şu (yuvarlak) çizgi, insandır. Onu kuşatan dört köşeli şekil de insanın ecelidir. Dört köşeli şekilden dışarı doğru uzanan çizgi ise insanın arzuları ve emelleridir. Şu küçük çizgiler de (onun başına gelebilecek olan) sıkıntılardır…” (Buhari, Rikak, 4.) Bu hadiste dikkat çekilen husus, insanların dünyaya aşırı düşkünlük göstererek onlara ahireti unutturacak, uzun ve aynı zamanda sonu gelmez emellerin peşinden koşması anlamına gelen tûl-i emeldir. Gerek Kur’an-ı Kerim’in gerekse Hz. Peygamber’in eşsiz mesajlarında dünyanın geçiciliğine vurgu yapılarak tûl-i emele kapılmamanın gerekliliği hatırlatılmıştır. Bu mesajlardan yüz çevirenler veya bunları kulak ardı edenler ölüm sonrası için çalışmayı ihmal edip nefislerinin arzu ve isteklerinin peşinden sürüklenebilmektedirler.
Ölüm; kaçınılmaz son
Dünya hayatı sürekli konaklanacak bir yer değil; geçici bir duraktır. Hem de asıl konaklama yeri olan ahiret hayatıyla kıyaslanamayacak kadar kısa
süreli bir durak… Öyle ki ahirette “Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?” diye sorulduğunda cevap “Bir gün veya günün bir bölümü kadar kaldık.” olacaktır. (Müminun, 23/112-113.) Hz. Peygamber (s.a.s.) de bu yönüyle dünya hayatını, yolcunun mola verip ağaç altında gölgelendiği kadar bir süre olarak tanımlamıştır. (Tirmizi, Zühd, 44.) Evet, bu dünya hayatı çok kısa. Sonuç belli; er ya da geç ölüm treni yürek yakan sirenini çalacak ve ilahi takdirle bileti kesilen yolcuların bu trene binmeme gibi bir lüksü olmayacak. Bu ölüm treninin nereden nasıl geleceği de belli değildir; bazen uykuda, bazen bir depremle, bazen de gözle görülmeyen bir virüsle… Ne zaman gözetir ne mekân; ne yaş gözetir ne makam. Sapasağlam, korunaklı kalelere sığınmak da mal ve çocukları siper edinmek de fayda sağlamayacaktır.
Madem ölüm kaçınılmaz, hazırlıklı ol!
Ölümden kaçış yoktur. Teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin önüne set çekilemeyecek bir hakikattir ölüm. Her gün aldığımız yüzlerce ölüm haberi bu hakikati teyit etmiyor mu? Alıp verdiğimiz her nefes, kopan her takvim yaprağı bizi biraz daha ölüme yaklaştırıyorken bu hakikate kayıtsız duruşumuzu gözden geçirme vakti gelmedi mi? Madem bu dünya geçici bir durak; neden ebedî kalacakmış gibi davranıyoruz? Bu durakta biraz daha fazla kalma adına bu kadar gönül kırmanın, can yakmanın, gözyaşı akıtmanın kime ne faydası var? Ahirete tereddütsüz iman eden muttaki kullar bu sorgulamayı yapar, dünyanın geçici olduğunu bilir ve dünyaya, hasat zamanı öte dünya (ahiret) olan bir tarla gibi bakarlar. O yüzden bu dünya tarlasına iyilik, güzellik ve hayır tohumları atar; zararlı ve kötü bitkileri tarlalarından uzak tutarlar; her ne ekerlerse onu biçeceklerini bilirler. İşte Hz. Peygamber (s.a.s.) böyle bir kişiyi gerçek “akıllı” olarak nitelemektedir. Herkesin takdir ettiği bir makama gelmek, dolgun maaşlı bir mesleğe sahip olmak, servetine servet katmak… Bunların hiçbiri tek başına gerçek akıllı olmak için yeterli değildir Hz. Peygamderece yanlıştır. Müslüman, “Allah’ın yeryüzündeki halifesi” vasfına uygun bir şekilde dünyasını da mamur etmekle mükelleftir. Ancak onun farkı, dünyada yaptığı her bir işi, ahireti hesaba katarak yapmasıdır.
Zahmetsiz rahmet olur mu?
Hadiste zikri geçen insan tipolojilerinden ikincisi dünyanın geçiciliğine aldanmış, nefsini dizginleyememiş, sürekli heva ve heveslerinin peşinden koşan kişidir. Bu tarz kişilere ahireti unutmamaları, ölümden sonrası için de çalışmaları gerektiği hatırlatıldığında “Allah, çok merhametli ve çok bağışlayıcıdır; bizi de bağışlayacaktır.”, gibi çeşitli bahanelerin arkasına sığınabilmektedirler. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) “aciz” olarak nitelediği böyle kimseleri Yüce Rabbimiz şöyle uyarmaktadır: “Ey insanlar! Allah’ın verdiği söz gerçektir. Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın, o aldatma ustası şeytan da Allah (Allah’ın af ve merhameti) ile sizi kandırmasın.” (Fatır, 35/5.) O hâlde söyle bakalım ey nefsim! Sen akıllı mısın yoksa aciz mi?
Hadisten öğrendiklerimiz
1.Ölüm kaçınılmaz bir sondur; bir yok oluş değil ebedî hayata geçiş kapısıdır. Akıllı bir mümin bu hakikatin ve ölümden sonra bir hesabın olduğu bilinciyle yaşar. Bundan dolayı geçici dünya hayatını öncelemez ve ahiretin dünyadan daha hayırlı olduğu idrakiyle ölüm sonrası için çalışmayı ihmal etmez.
2.Nasıl olsa Allah’ın rahmeti geniştir diye düşünerek sürekli şeytanın ve nefsinin arzularına uyan kişi acizdir. İman sahibi bir bireyin bu konuda acziyete düşmesi son derece yanlıştır.
Halil KILIÇ / Diyanet Aylık Dergi