Sevban'dan (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasulüllah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Çok geçmez, yeme içme peşinde olanların sofraya birbirlerini çağırdıkları gibi, düşman milletlerin aleyhinize birleşmeleri/üşüşmeleri yakındır.” Orada bulunan bir sahabi, “O gün sayıca az olduğumuzdan mı (bu duruma düşeriz)?” diye sorunca Rasulüllah (s.a.s.) şu cevabı verdi: “Hayır, aksine siz o gün sayıca çoksunuz. Fakat siz, selin taşıdığı köpük ve çer çöp misali olacaksınız. Allah düşmanlarınızın göğüslerinden size duyulan mehabeti (heybet, azamet, vakar, korku ve saygınlık) çıkaracak ve Allah sizin kalplerinize zafiyet (vehn) atacaktır.” Onun, “Zafiyet nedir, ey Allah’ın elçisi?” sualine ise Rasulüllah (s.a.s.), “Dünya sevgisi ve ölüm endişesi!” diye cevap verdi. (Ebu Davud, Melahim, 5; Ahmed b. Hanbel, V, 278.)
Açıklama
Hadisin ravisi Sevban, Yemen asıllı bir köle iken Medine’de Rasul-i Ekrem tarafından satın alınıp azat edildi. Kendisine ailesinin yanına dönebileceğini söylemesine rağmen Sevban, Rasul-i Ekrem’in yanında kalıp hizmetkârı olmayı tercih etti. 54 (674) yılında Humus'ta vefat etti.
Ahmet b. Hanbel'in (Müsned, II, 359), Ebu Hüreyre'den (r.a.) rivayet ettiği hadis metninde muhatabın ve “O gün sayıca az olduğumuzdan mı?” sualini soranın bizzat Sevban olduğu görülür. Bu rivayetin son cümlesi, “Dünyayı sevmeniz ve savaştan hoşlanmamanız” diye geçer.
“Düşman milletlerin aleyhinize birleşmeleri”, İslam aleyhtarı güç odaklarının kendi aralarında anlaşarak Müslümanların mukavemetlerini kırmak, vahdetlerini parçalamak, vatanlarını bölmek, sahip oldukları toprakları istila edip yer altı-yer üstü kaynaklarına el koymak için üşüşmeleri ve saldırı düzenlemeleri demektir.
Hadiste geçen “düşman milletler” ifadesi, orijinal metindeki ümmet kelimesinin çoğulu olan ümem kelimesinin tercümesidir. Nitekim günümüz dünyasında Birleşmiş Milletler (BM)'in, Arapça karşılığı el-Ümem el-Müttehıde'dir.
Hadisin Ahmet b. Hanbel rivayetinde “her coğrafyadan (min külli ufukın) düşman milletler” diye bir kayıt mevcuttur. Bu kayıt, Mehmet Âkif’in, “Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela” dediği ve Osmanlı Devleti’nin varlığına son veren “yedi düvel”den oluşan haçlı ittifakını düşündürür.
Üzülerek belirtilmelidir ki, İslam toprakları bir bütün olarak haçlı ruhunun tehdidinden kurtulabilmiş değildir. Zira “kendi dışındaki insanlığı bir yükselme basamağı olarak gören” ve doymak bilmeyen şer ittifakı, bu toprakları iştah kabartan birer sofra olarak görmektedir. Şüphesiz yaşanan bu fiili durum, yukarıdaki hadisin işaret ettiği üzere, dünya hayatını ebediyet düşüncesi üzerine kurmanın getirdiği süreçle birlikte dengenin vahdet ve cihadın aleyhine bozulup “zihinlerin sömürgeleşmesi”nde aranmalıdır. Günümüz dünyasında küresel güçler tarafından İslam ülkelerine yapılan müdahale ve yürütülen vekâlet savaşları, Müslümanlara yönelik baskı, zulüm, işkence ve imha hareketleri, bu hadis ışığında bir kez daha düşünülmelidir. Zira yine Mehmet Âkif’in ifadesiyle, “Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez / Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.” Bu açıdan bakıldığında hadis, evrensel çapta bir uyarı niteliği taşıdığı kadar, bir kurtuluş reçetesi özelliği de arz eder.
Gerçekten de milleti yekvücut yapan, onun teşkilatlanmış hali olan devletin bekasını sağlayan asıl gücün kan bağı değil, inanç birliği olduğu açıktır. Felaketlere maruz kalan İslam coğrafyasının, “sömürülebilir” olmaktan kurtulup tam bağımsızlığa kavuşabilmesi için bu bilince acilen ihtiyacı vardır. Bunun için de sürekli teyakkuz hâlinde olup akıllı, sabırlı, güvenli ve dengeli adımlarla ilerlemelidir. Nitekim Yüce Rabbimiz şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Bir düşman birliğiyle karşılaştığınızda sebat edin ve Allah'ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz. Allah'a ve elçisine itaat edin, aranızda çekişip birbirinize düşmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal, 8/45-46.)
Hadis metninde geçen ve “zafiyet” diye tercüme edilen vehn, “iş ve amelde gevşeklik, zaaf ve ona yol açan gelişmeler” demektir. İman heyecanı, vatan sevgisi, gaza ve şehadet bilinci, ölüm endişesini yenen dinî-manevi hasletlerin başında gelir.
Bu konuda Peygamberimizin (s.a.s.) davranış tarzını gösteren sayısız örnek vardır. Her şeyden önce o, “Düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın. Dikkat edin, kuvvet (gelişen harp tekniğine göre) atmaktır, kuvvet atmaktır, kuvvet atmaktır!” (Müslim, İmaret, 167.) ve “Kim atıcılık öğrenir de sonra onu terk ederse bizden değildir veya isyan etmiştir.” (Müslim, İmaret, 169.) hadisleriyle savaşa karşı teyakkuzda beklemenin önemine vurgu yapar.
Peygamberimiz (s.a.s.), “Dikkat edin, kuvvet atmaktır.” hadisiyle şu ayeti açıklar: “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah'ın bildiği diğer düşmanları korkutup caydırırsınız. Allah yolunda her ne harcarsanız karşılığı size tam olarak ödenir ve siz haksızlığa uğramazsınız.” (Enfal, 8/60.)
Tebeu’t-tabiinden hadis âlimi Süfyan b. Uyeyne, “İlim tahsili ve cihat topluma farzdır. Onlardan bir kısmının bu görev ve sorumluluğu yerine getirmesi kâfi gelir.” dedikten sonra şu ayeti okurdu: “Müminlerin toptan savaşa gitmeleri de doğru olmaz. Her toplum kesiminden bir grubun, din konusunda köklü ve derin bilgi sahibi olması ve döndüklerinde kavimlerini uyarıp aydınlatması daha yerinde olur! Böylece onlar (şer ve fesada karşı) korunmuş olurlar.” (Tevbe, 9/122.)
Bilinmelidir ki cihat, İslam dininin iman, ibadet ve ahlak ilkelerini koruma ve kollama uğrunda maddi-manevi imkânları seferber etmek demektir. İslamiyet’in bekası ve yayılması için icra edilen ilmî, içtimai, mali-iktisadi, fiili-askerî her türlü faaliyet, cihadın kapsam alanındadır. Bu sebeple cihadın egoya karşı yürütülen mücadele yanında, dil, eğitim-öğretim ve infak yoluyla yapılan türleri, her hâlükârda dikkate alınarak şer odaklarına karşı teyakkuz hâlinde olunmalıdır. Haçlı seferleri karşısında İslam dünyasının “sömürülebilirlik”ten kurtulup varlığını sürdürebilmesi de buna bağlıdır.
Hadisten öğrendiklerimiz
● Açık ve gizli düşmanlara karşı teyakkuz hâlinde olmak gerekir.
● Kardeşlik ve birlik-beraberlik ruhu diri tutulmalıdır.
● Dünya sevgisi ve ölüm endişesi, zillet ve esarete yol açar.
Prof. Dr. Zekeriya GÜLER | Diyanet Aylık Dergi