“Bir kimse Müslüman kardeşine ‘kâfir’ derse bu söz ikisinden birine döner. Eğer dediği hâl onda varsa ne âlâ; ama o adam dediği gibi değilse bu söz kendisine geri döner.” (Müslim, İman, 60.)
Peygamberimiz (s.a.s.) bir grup Müslümanı müşriklerden bir kavim üzerine göndermişti. İki taraf birbiriyle savaşmaya başlamışlar ve müşriklerden biri Müslümanlardan birkaç kişiyi öldürmüştü. Savaşta, bu kişiyle karşı karşıya gelen Üsame b. Zeyd, kılıcını kaldırınca adam “Lâ ilâhe illallah” demiş ama Üsame yine de onu öldürmüştü.
Medine’ye döndüklerinde söz konusu hadiseyi haber alan Hz.Peygamber (s.a.s.) Üsame’yi yanına çağırmış ve o adamı niçin öldürdüğünü sormuştu. Üsame, bu adamın Müslümanlardan birkaç kişiyi öldürdüğünü söyleyerek ölenlerin isimlerini saymış ve “Ben onun üzerine hücum ettim; kılıcı görünce ‘Lâ ilâhe illallah’ dedi.” diye cevap vermişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber “Onu (gerçekten) öldürdün mü? Kıyamet gününde o adam ‘Lâ ilâhe illallah’ ile karşına geldiği vakit ne yapacaksın?” demiş ve bu cümleyi defalarca tekrarlayarak Üsame’ye olan kızgınlığını göstermişti.
Aynı hadisenin anlatıldığı farklı bir rivayette “O adam korkudan bu sözü söyledi.” diyerek kendisini savunan Üsame’ye Hz. Peygamber (s.a.s.) “Kalbini yarıp baksaydın da bu sözü korkudan mı söyleyip söylemediğini bilseydin ya.” diyerek onu azarlamıştı.
Hz. Peygamber bu sözü o kadar çok tekrarlamış ki Üsame, “Keşke o gün yeni Müslüman olmuş olaydım (da bu tabloyla karşılaşmasaydım.)” diye pişmanlığını dile getirmiştir. (Müslim, İman, 158-160.)
Asrısaadet döneminde vuku bulan bu hadiseden alınacak nice dersler vardır. Bu derslerden biri, belki de en önemlisi “kimsenin imanının sorgulanamayacağı”dır. İman, insanın sahip olduğu en büyük nimet olup ebedî kurtuluşun yegâne yolu; cennetin kapısını açacak tek anahtardır. Kimin iman edip etmediğinin bilgisi yalnızca Allah katında olduğundan hiçbir kimsenin bir başkasının imanını yok saymaya hakkı yoktur; böylesine bir tutum (tekfir) kabul edilemez. Kişi, kendisini Müslüman olarak tanımladığı müddetçe Müslümandır; kendisine Müslüman muamelesi yapılmalıdır.
İslam’ın emir ve yasaklarının tamamı, zarurat-ı hamse olarak isimlendirilen can, din, nesil, akıl ve mal emniyetini sağlamayıhedeflemektedir. Bu açıdan kişilerin -tutum ve davranışlarında yanlışlık olsa bile- imanlarına dil uzatmak, onları tekfir ederek İslam dairesi dışında olmakla itham etmek “din emniyeti” ilkesinin ihlal edilmesi anlamına da gelmektedir. Ama ne yazık ki Müslümanlar olarak bu konuda çok başarılı bir tablo ortaya koyduğumuz söylenemez. Nitekim Hz. Peygamber’in vefatından kısa bir süre sonra tekfir hareketleri başlamış; Hz. Ali gibi Allah Resulü’ne yakınlığıyla bilinen, İslam yolunda canını ve malını feda etmekten çekinmeyen pek çok sahabi tekfir edilmiştir. Günümüzde de DEAŞ, el-Kaide, Boko-Haram gibi birtakım radikal oluşumlar aynı çizgiyi devam ettirmiş; irfan ve hikmet boyutunu göz ardı ederek İslam’ı parçacı bir okumaya tabi tutmuşlardır. Bu oluşumlar “tevhit”, “cihat”, “şirk”, “tağut” gibi bazı kavramları -özellikle de Müslüman kardeşlerine karşı- bir silah olarak kullanmışlar; daha düne kadar aynı safta namaz kıldıkları Müslüman kardeşlerine “kâfir”, “müşrik” demekten hayâ etmemişlerdir.
Zihnini ve gönlünü bu oluşumlara kaptıran bazı gençler, putperest babasına bile “babacığım” (Meryem, 19/42.) diye hitap eden Hz. İbrahim’in milletinden olduklarını unutmuşlar ve tekfir etmekte tereddüt etmedikleri babalarına her türlü saygısızlığı mübah görmüşler; Müslüman saymadıkları için anneleri tarafından pişirilen yemekleri yemez hâle gelmişler; imansız olarak niteledikleri Müslüman kardeşlerinin canlarını ve mallarını helal saymışlardır. Başkalarını tekfir etmekte beis görmeyen bu neo-harici zihniyetin gözden kaçırdığı en önemli husus şudur;
Kimin mümin, kimin kâfir olduğunun bilgisi Allah’ın katındadır. O listeye erişip birilerini eklemek hiçbir kişi ve kurumun gücü ve kudretinde olmadığı gibi o listeden birilerini çıkarmak da aynı şekilde kimsenin haddi ve yetkisinde değildir. Medine’de pek çok münafık olmasına ve bunların Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından bilinmesine rağmen Peygamberimizin, onlardan birine bile “Sen müşriksin.”, “Sen kâfirsin.” dememesi bu konularda bizlerin nasıl davranması gerektiğini göstermektedir. Nitekim İslam’ın ana yolu olarak nitelediğimiz Ehli Sünnet’in ortaya koyduğu “Ehli kıble tekfir edilemez.” düsturu, bu hassasiyetin bir gereği olarak ortaya konulmuş bir ilkedir.
Akaid kitaplarımızda “Şunu yapan kâfir olur.”, “Bunu diyen dinden çıkar.” şeklindeki ifadeleri de aslında, başkalarının iman bekçiliğine soyunup sözleri veya davranışları nedeniyle insanları tekfir etmek için değil; kişilerin bizzat kendilerine çekidüzen vermeleri, iman nimetini “cepte keklik” olarak görmemeleri için yazılmış birer uyarı metni olarak anlamak daha doğru olacaktır.
İşte dergimizin bu sayısı için seçtiğimiz hadis esasında bize, başkalarının imanını sorgulamaya kalkmama, yalandan da olsa korkudan da olsa “müminim, Müslümanım” diyen birine “kâfir” dememe, başkasının imanına ta‘n etmenin (kusur bulmanın) kişinin kendi imanını kusurlu hâle getireceğini unutmama mesajlarını vermektedir.
Öyleyse, başkalarını ilahî iman listesinden çıkartma cüretkârlığını göstermek yerine, kendi imanımızı sağlamlaştırarak ve ahlakımızı güzelleştirerek bir yaşam sürmeye; kâlimizle (sözümüzle) değil hâlimizle (yaşantımızla) insanlara örnek olmaya gayret edelim. Ayrıca Peygamberimiz tarafından, başkalarınınelinden ve dilinden emin olduğu, insanların canları ve malları hususunda güvendikleri kimseler olarak tarif edilen müminler olarak (Buhari, İman, 3.), yanlış söz ve davranışları olan kişileri tekfir ederek düzeltemeyeceğimizin, kendimizden ve dinimizden daha da uzaklaştıracağımızın bilincinde olalım.
Hadisten öğrendiklerimiz
1.Kişinin canı, malı nasıl dokunulmaz ise imanı da aynı şekilde dokunulmazdır; kişi mümin/ Müslüman olduğunu beyan ettiği müddetçe -yanlışları olsa bile- hiçbir kimsenin onu iman dairesi dışında görme hakkı ve yetkisi yoktur.
2.Başkasının imanında kusur bulmaya çalışmak, kişinin kendi imanının kusurlu olmasına neden olacaktır.
Halil KILIÇ / DİYANET AYLIK DERGİ