Resulüllah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Müminin kendisini küçük düşürmesi uygun değildir.” Ashab, o kendini nasıl küçük düşürür? diye sordular. Resulüllah (s.a.s.) şöyle cevap verdi: “Altından kalkamayacağı sıkıntılı işlere kendini sokar.” (Tirmizî, Fiten, 67; İbn Mâce, Fiten, 21.)
Hz. Peygamber (s.a.s.) dinin taabbudi denilen ibadetlerle ilgili hususlarını bizzat yaparak, yaşayarak, göstererek beyan etmiştir. Böylece Allah’a (c.c.) nasıl ibadet edilmesi gerektiğini ortaya koymuştur. Ancak aynı zamanda Müslüman bir bireyin şahsiyetini inşa edecek nebevi yönlendirmelerle de erdemli bir topluluk oluşturmaya çalışmaktadır. Bu rivayette de Müslüman bir bireyin toplumsal planda dikkat etmesi gereken oldukça önemli bir esasa işaret etmektedir: Mümin kendini küçük düşürmemelidir. Bu ifadelerden net bir şekilde mümin olmanın kişiye itibar kazandırması gerektiği, mümin olmakla elde edilmiş olunan bu itibar, değer ve saygınlığı korumanın zorunluluğu anlaşılmaktadır. Çünkü saygınlık, şeref ancak Allahʼa aittir. (Yunus, 10/65.) ve onun isteklerine uygun hareket etmekle bu saygınlık elde edilmiş olur. Mümine düşen, imanından kaynaklanan bu saygınlığı, izzeti korumak kendini küçük düşürmemektir.
İslam âlimleri bu hadisi daha çok emri biʼl-maruf ve nehyi aniʼl-münker yani dince hoş karşılanan şeyleri emretme, kötü olan şeyleri ise yasaklama konusu çerçevesinde değerlendirmektedir. (İbn Kesir, et-Tefsir, III, 148.)
Bilindiği üzere İslam’ın en önemli esaslarından birisi, kendi kalbimizden başlamak suretiyle bir ışık hâlesi gibi etrafımızı aydınlatma görevini ifade eden emri biʼl-maruf ve nehyi aniʼl-münker vazifesidir. Bir mümin böylece etrafına ışık olur ve kötülüğün, ahlaksızlığın, erdemden uzak yaşayışın karanlıklarını ortadan kaldırır. İslam âlimleri işte bu bitmek bilmez bir hayat felsefesi hâline getirmemiz gereken faaliyet esnasında da bir usul, yöntem ile hareket etmemiz gerektiğinin altını çizerek akıllıca hareket etmemizin zorunluluğu üzerinde durmaktadırlar.
Mümin, toplum içinde vakur, haysiyetli, ağırbaşlı ve saygın bir kişilik olarak ön plana çıkmalıdır. Cenab-ı Hak, Kurʼan-ı Kerimʼde müminlerden bahsederken yüzlerindeki secde izi ile tanınacaklarını ifade etmektedir. (Fetih, 48/29.) Ayette secde etme ve yüzdeki secde izi, imanın alameti olarak zikredilmiş olmalıdır. Bir kişinin mümin olduğunun belli olması toplumda saygın kişiliği ile ön plana çıkmasıyla doğru orantılıdır. Ayette kastedilen secde izi, secdede alınların yere koyulması suretiyle oluşan izden ibaret değildir. Secde izi, biraz da iletişim içerisinde olduğumuz kişilerin bizi gördüklerinde kendilerini güvende hissetmeleri ve bize, bizim nezdimizde de mensup olduğumuz dine karşı saygı duymaları ile gerçekleşecektir. Bu saygıyı oluşturamamak veya kaybetmiş olmak müminin kendini ve mensup olduğu dinin insanlar nezdindeki değerini küçültmüş olacaktır.
Dünyayı, olayları doğru okuyabilme yetkinliğine sahip olmalı, yaptığımız işin akıbetini tahmin edebilmeliyiz. Hz. Peygamber rivayetin ikinci bölümünde, müminin kaldıramayacağı işlerin altına girmemesi gerektiğini ifade etmektedir. Bu tavsiye, etrafımızda cereyan eden olayları sağlıklı olarak okuyup değerlendirebilme yetkinliğine sahip olmayı gerektirir. Mümin feraset sahibi olmalı ve kendisini gelecekte neyin beklediğini tahmin edebilecek bir öngörü ile hareket etmelidir. Aksi hâlde kaldıramayacağı işlerin altına girerek kendini de mensup olduğu İslam toplumunu da küçük düşürme riski ile karşı karşıya kalacaktır. Hayatı doğru okuyabilmek için gerekli olan bilgilerle kendimizi donatmalıyız. Müslümanca bir duruşa sahip olmak için ilk önce Müslümanca duruşun neyi gerektirdiğini bilmeli ve buna göre hareket etmeliyiz. İslam ilim geleneğinde beşikten mezara kadar sürekli bir eğitim süreci içerisinde olmanın tavsiye edildiği herkesin malumudur. Bu sebeple bir mümin olarak nasıl bir inanca, dünya ve ahiret telakkisine sahip olmamız gerektiğini bilmeli; akabinde ise en azından ilmihal seviyesinde günlük hayatta dinin asgari gereklerinin neler olduğunu öğrenmeli, hayatımızı bu esaslara göre inşa etmeliyiz. Aksi hâlde inanç ve yaşayış itibarıyla mümine yakışır bir tavır ortaya koyamamak bizleri hem dünyada hem de ahirette altından kalkamayacağımız sıkıntılar içine sokacaktır.
Diğer taraftan, fıtrat dini olan İslam’a göre Allah bütün insanları saygın olarak yaratmıştır. (İsra, 17/70.) İnsana düşen, bu saygınlığını korumak ve kendini küçük düşürmemektir. Bunun birinci yolu ise iman etmektir. İman etmek suretiyle kendine verilen değeri korumuş olur. İman ettikten sonra da dikkat etmeli, kazanmış olduğu saygınlığı korumalıdır. Hz. Peygamber, bu hadislerinde konuya dair genel bir ilkeden bahsetmektedir. Buna göre kişi, altından kalkamayacağı işlere girmek suretiyle kadr-u kıymetini kaybedebilir. Bu sebeple mümin, birtakım hususlara dikkat etmelidir. Ekonomik anlamda zor durumlara düşmemeli, ayağını yorganına göre uzatmalıdır. Aksi hâlde insanlara yük olur ve sahip olduğu değeri kaybetmiş olur. Çünkü iman, kişinin akıllı hareket etmesini, heva ve heveslerine kapılarak ürettiğinden çok tüketmesini, bir tüketim canavarına dönüşmesini engellemelidir. Şayet kişi bu şuur ile hareket etmiyor, hesapsız ve sınırsız bir tüketim çılgınlığına kendini kaptırıyorsa akıbeti ekonomik anlamda bir felaket olacaktır.
Hadisten öğrendiklerimiz
- Hayatın her aşamasında mümin olduğumuz şuuru ile hareket etmeliyiz.
- Tüm işlerimizde akıllıca ve ferasetle hareket etmeli, yapacağımız işlerin sonucunu düşünerek altından kalkamayacağımız sorumlulukların altına girmemeli, kendi onurumuza ve mensup olduğumuz İslam toplumunun şerefine hâlel getirecek işlerden kaçınmalıyız.
- İslam ve insanlığa hizmet etme adına hareket ederken de ölçüp biçip bir usul ve yöntem çerçevesinde akıllıca hareket etmeli, faydalı olmak için çalışırken hesapsız ve ölçüsüz iş yaptığımız için zarara sebebiyet vermemeliyiz.
Doç. Dr. Abdulvahap ÖZSOY