“Ant olsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe, 9/128.)
Tevbe suresinde müşriklere çeşitli yükümlülükler getirilmekte, münafıkların yanlış davranışları eleştirilmekte ve müminler bazı konularda uyarılmaktadır. Surenin sonunda yer alan ayette ise Hz. Peygamber’in (s.a.s.) şefkat ve merhametinden söz edilmektedir. Bundan anlaşılmaktadır ki surede zikredilen çeşitli inanç grupları ile ilgili hükümler, onların durumunu ıslah etme hikmetine yöneliktir. Bu surette ayet, tevbe, iman ile mağfiret kapısının sonuna kadar açık olduğunu insanlara hatırlatmaktadır. (İbn Aşur, et-Tahrir ve’t-Tenvir, XV, 70. ) Söz konusu ayet-i kerime mealen şöyledir: “Ant olsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe, 9/128.)
Ayet-i kerimede öncelikle Hz. Muhammed’in (s.a.s.) peygamber (resul) oluşuna vurgu yapılmıştır. Çünkü o kendiliğinden bir şey getirmemiştir, getirdiği hakikatler Rabbindendir. En şerefli sıfat olması hasebiyle Hz. Peygamber’in özelliklerine bu sıfat ile başlanmıştır. Zira peygamberlik, onun zatının kemalinin, nefsinin arınmışlığının,
Allah ile kulları arasında elçiliğe ehil kılınışının ifadesidir. Onun peygamber oluşunun sonucu olan diğer özellikleri şöyledir: Hz. Muhammed (s.a.s.) bir beşerdir. İnsanların kendi cinslerinden, onların dilini konuşan, konuştuğunda meramını anlayabilecekleri bir insandır. Onu anlamaları, kendilerine önder edinmeleri ve onunla ünsiyet kurabilmeleri bu sayede mümkün olmaktadır. Bu yüzden Kur’an’da onun beşer oluşu sıkça vurgulanmıştır. (Yunus, 10/2; Fussilet, 41/6; İbrahim, 14/10.) Şayet insan değil bir melek olsaydı insanlar için bu, zor bir durum olurdu. Allah, insanlara rahmetinden dolayı peygamberi beşer olarak göndermeyi murat etmiştir. Onu bir beşer kılması, insanlara O’nun (c.c.) bir nimetidir. (Âl-i İmran, 3/164.) Buna rağmen Hz. Peygamber’in muhataplarından bir kısmı onun beşer oluşuna itiraz etmiş; bu husus onların iman etmelerine mani olmuştur. Oysa insanlar, kendi içlerinden bir beşer olarak onu tanımakta, geçmişini bilmektedirler. Onun doğruluğuna, güvenilirliğine, iffetine şahittirler. Nitekim Hz. Hatice ve Hz. Ebubekir onun bir mucize getirmesini beklemeden Müslüman olmuşlardır.
Hz. Muhammed (s.a.s.) insanların sıkıntıya düşmesinden üzüntü duymaktadır. Onun bu üzüntüsü, günaha ve isyana saplanmaları, cehennem azabına düçar olmaları gibi uhrevi meşakkatler için geçerli olduğu gibi dünyevi meşakkatler için de geçerlidir. Ancak uzak durulması gereken en önemli meşakkat ilahî cezaya maruz kalmaktır. O, asıl olarak onları bu meşakkatten korumak için gönderilmiştir. Hz. Peygamber’in bu özelliği ile uyumlu olarak, getirdiği din de kolaylık dinidir; yerine getirilemeyecek meşakkati barındırmamaktadır. (Bakara, 2/185; Hac, 22/78.) Aksine getirdiği hükümler kulların maslahatını içeren hükümlerdir.
Hz. Muhammed (s.a.s.) insanlara çok düşkündür. Onların dünyevi ve uhrevi faydalara nail olmalarına çok isteklidir. İman etmelerine, tevbe edip hakka dönmelerine, hidayete ulaşmalarına, cennete girmelerine yönelik çabası o derece ileri bir düzeye ulaşmıştır ki Cenabı Hak “Demek sen, bu söze (Kur'an'a) inanmazlarsa, arkalarından üzülerek âdeta kendini tüketeceksin!” (Kehf, 18/6.) buyurarak onu teselli etmiştir. Ayetin hitabının bütün insanlara yönelik oluşundan hareketle Hz. Peygamber bütün insanlar için merhamet sahibi bir peygamberdir. Ancak, müminler için merhamet duygusuna ilaveten şefkat duygusu da söz konusudur.
Hz. Muhammed (s.a.s.) müminlere karşı şefkat ve merhamet doludur. Şefkat ve merhamet, insani özelliklerin en yüceleridir; katı kalpliliğin ve kabalığın zıddıdır. Şefkat, merhamete göre daha özel bir anlama sahip, merhametten daha şiddetli bir duygudur. Şefkatin gereği zararı defetmek, merhametin gereği fayda sağlamaktır. Zararı defetmek fayda sağlamaktan daha öncelikli olduğundan, ayette şefkat merhametten önce zikredilmiştir. Ayrıca “Müminlere karşı şefkat ve merhamet doludur.” cümlesinde “müminlerin” öne alınması ile Hz. Peygamber’in hem şefkat hem merhametinin; beraber olarak iki duygunun müminlere özgü olduğuna işaret edilmiştir. Buna karşın “(Ey Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya, 21/107.) ayeti, onun sabit ve bütün insanları kuşatan genel rahmetini ifade etmektedir. Ayette belirtilen Cenab-ı Hakk’ın isimlerinden “Rauf ve Rahim” ismi, (Nahl, 16/7.) Hz. Peygamber’den başka biri için kullanılmamıştır. Bu iki ismin Hz. Peygamber için kullanılması, onun sadece kendinde var olan şefkat ve merhamet duygusu ile değil Allah Teâlâ’dan aldığı şefkat ve merhametle hareket ettiğinin ifadesidir. Hak Teâlâ, müminler için ona kendi katından şefkat ve merhamet bahşetmiştir. (Şaravi, Tefsir, IX, 5616.) Bununla birlikte bu engin şefkat ve merhametine rağmen ondan yüz çevirenler vardır ki bundan dolayı o, şöyle teselli edilmiştir: “Eğer yüz çevirirlerse de ki: ‘Bana Allah yeter. O'ndan başka hiçbir ilah yoktur. Ben ancak O'na tevekkül ettim. O, yüce arşın sahibidir.’” (Tevbe, 9/129.)
Din, insanların hayatlarında gözetmeleri gereken emir ve yasakları ihtiva etmektedir. Mümin, bu hükümleri getirenin kim olduğuna bakmaktadır. Onlar şefkat ve merhamet sahibi peygamber tarafından getirildiğinden, bu yükümlülükleri meşakkat addetmemekte; aksine var gücüyle onlara sarılmaktadır. Peygamber insanları daha büyük ve ebedî meşakkatlerden kurtarmanın sancısını duymaktadır. Diğer taraftan Peygamber müminler için bu derece şefkat ve merhamet taşıdığına göre bu durum, onların Hz. Peygamber’in davetini sahiplenmelerini ve onu desteklemelerini gerektirir.
Dr. Abdülkadir ERKUT / DİYANET AYLIK DERGİ