Sehl b. Sa’d es-Sa‘îdî’den rivayet edildiğine göre bir adam Hz. Peygamberʼe (s.a.s.) gelerek “Ey Allah’ın resulü, bana öyle bir amel göster ki onu yaptığımda Allah da insanlar da beni sevsin.” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.) “Dünyaya rağbet gösterme ki Allah seni sevsin ve insanların ellerinde bulunanlardan yüz çevir ki insanlar seni sevsin.” buyurdu.” (İbn Mace, Zühd, 1.)
Sevilme isteği insanın fıtratında olan gereksinimlerden biridir. Allah Teâlâ sevmeyi de sevilmeyi de insanın yaratılış kodlarına işlemiştir. Bu sebeple insanlar çocukluklarından itibaren sevginin peşinde koşarlar. Bu duygu, insan hayatını şekillendiren en önemli duygulardandır. Sevgiden uzak büyüyen nesiller sevmeyi de öğrenemedikleri için sürekli olarak içlerinde bir boşlukla hayatlarını idame ettirirler ve bu boşluğun arayışı içinde ömürlerini heba ederler. Bu sebeple insanın arayışının temelinde aslında benliklerinde tatmin edilmemiş olan bir sevgi arayışı vardır. Hayat, bir yönüyle bu sevginin izini sürme serencamıdır. Bebeklik çağının anne sevgisi etrafında geçtiği görülmektedir. Annenin kokusuna alışmış bebekler bu koku ile annelerin sevgisini hisseder ve kısa bir süreliğine olsa bile bu kokunun, sevginin kokusunun hasretine dayanamazlar. Anne sevgisi ile yoğrulmuş gönüller, sağlıklı bireyler olarak toplumda yer alırlar. Bu sevgi ile yetişmiş bir birey okul çağına vardığında öğretmeninin sevgisi peşinde koşar. Bu koşuşturma suretler değişse de hayat boyu devam eder. Ancak insanoğlu elde etmiş olduğu bu sevgilerin hiçbiriyle tatmin olmaz. Çünkü bu sevgilerin tümü asıl sevginin, muhabbetullahın hazırlayıcısı sevgilerdir ve hedefi; kişinin Allah’ın sevgisine ulaşmasını temin etmektir. Şayet dünyadaki bu mecazi sevgiler aşılamaz ise insanın ruhunun tatmin olması mümkün değildir.
Bu hadiste Hz. Peygamber (s.a.s.) kendisine sorulan bir soruda yukarda anlatmaya çalıştığımız serencamı veciz bir şekilde ifade etmekte ve sevilmenin sırrını ortaya koymaktadır. Allah’ın sevgisini kazanma aslında yaratılış gayemiz olarak belirlenebilir. Çünkü Cenabı Hak, insanları kendisine kulluk etsinler diye yarattığını ifade etmiş (Zariyat, 51/56.), meleklerin itirazları üzerine onların bilmedikleri hususların olduğunu bildirmiş (Bakara, 2/30.) ve şeytanın meydan okuması karşısında yarattığı varlığın, insanoğlunun arkasında durmuştur. (Araf, 7/12-17.) İşte Allah’ın sevgisini kazanmak, O’nun insanoğluna olan güvenini ispatlamak anlamına gelecektir. Bu sebeple hakiki müminin asıl gayesinin Allah’ın sevgisini kazanmak olduğu söylenebilir. Hz. Peygamber bunun nasıl olacağını çok net ve sade bir cümle ile anlatmıştır. Allah’ın sevgisini kazanmanın yolu dünya diye ifade edilen şeye rağbet etmemektir.
Dini metinlerde dünya ile ifade edilen şey, yer küreden ibaret olan fiziki mekân değildir. Dünya,insanın varoluş gayesini unutturan, hayatını kendisine göre dizayn ettiği, kendine yegâne hedef olarak belirlediği Allah dışındaki her şeydir. Bu bazen toprak parçası olabildiği gibi bazen de toplumsal bir statü olabilmektedir. Kahraman denilsin diye savaş meydanlarına atılmak da parası eksilmesin yanılgısıyla zekât ve sadakadan uzak durmak da dünya mefhumunun içinde yer alır. İrfani gelenekte, bir müminin dünya ile olan münasebeti bir geminin deniz ile olan münasebetine benzetilerek mesele izah edilmektedir. Bir geminin yürümesi için deniz ne kadar elzemse batmaması için de denizin suyunun geminin içine girmemesi o kadar zorunludur.
Allah dışındaki bütün varlıklar gönülden çıkartılırsa Allah sevgisi o gönülde yer alacak ve Allah’ın sevgisi de kazanılacaktır. Çünkü bir hadis-i kutside ifade edildiği üzere, kul Rabbine bir adım atarsa Rabbi ona koşarak gelecektir. (Buhari, Tevhid, 50.) Kul, gönlünde Allah dışındaki varlıkların sevgisine yer vermeyince Allah’ın sevgisi onu bütün varlığıyla kuşatacaktır.
Aslında bu hâl Allah dışındaki varlıkların sevgisine de sebep olacaktır. Dolayısıyla hadisimizde ifade edilen ikinci husus aslında birinci hususun doğal bir neticesidir. Çünkü gönlümüzde dünyaya yer vermeyince insanların sahip oldukları maddi ve manevi varlıklara yönelik bir rağbet de kalmayacaktır. Bu durum da insanların sevgisine sebep olacaktır. Zira dünyada var olan çekişmelerin temelinde insanların birbirinin ellerindekilere tamah etmeleri yatmaktadır. Dünya tarihine bakıldığında büyük savaşların ve kıyımların temelinde başkasının elindekilere göz dikmenin yattığı görülecektir.
Cenabı Hak, bu imtihan âlemini o kadar muazzam bir şekilde düzenlemiştir ki insanoğlu ancak bu kadar ince ölçülerle bir sınava tabi tutulabilirdi. Çünkü insana olabildiğince tamahkâr olabilme dürtüsünü vermiş, aynı
zamanda akıl ve vicdan vererek bunların arasında tercihte bulunabilme imkânı sunmuştur. Dünyada sınırlı imkânlar tanımak suretiyle tamahına mı yoksa aklı ve vicdanına göre mi hareket edeceğini sınamaktadır. Modern dünyanın temeli olarak kabul edilen iktisat ve ekonomi; sınırlı imkânların sınırsız ihtiyaçları karşılamak için uyarlanması şeklinde tarif edilerek modern insanın sınırsız bir ihtiyaç sahibi olduğu ön kabulüyle hareket etmektedir. Oysa ihtiyaç denilen şey sınırsızlıkla nitelenince, ekonomik gücü elinde bulunduran milletler doymak bilmez vahşiler gibi güçsüz insanların elinde olanlara da göz dikmeye başlamışlardır. Bu durum da dünyanın bir nefret, kan ve gözyaşı coğrafyasına dönüşmesine sebep olmuştur. Oysaki asıl iktisat, kişinin elindekiyle yetinmesi insanların ellerinde var olan maddi ve manevi imkânlara tamah etmemesidir. Bu durum bir atalet, tembellik olarak değil ihtiyacı kadarı ile yetinme ve bizim dışımızdaki dünyanın da varlığına saygılı olma anlamında değerlendirilmelidir. Yukardaki benzetmeyi tekrar hatırlayacak olursak, hayat denilen bu denizde gönül gemimizi hedefine rahat bir şekilde ulaştırmak için denizin suyuna dışarıda ihtiyacımız vardır. Ancak bu suyu içimize alırsak helakten başka bir akıbetimiz olmayacaktır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1- İnsanoğlu sürekli bir arayış içindedir. Aradığı şey gönlüne huzur verecek varlıkların sevgisidir. Hayat bu sevginin peşinde bir macera gibidir. Önemli olan kimi ve neyi seveceğimizi ve kimin neyin sevgisi peşinde bir ömür tüketeceğimizi doğru belirlemektir.
2- Allah dışındaki varlıkların sevgisi peşinde koşmamak iki dünya mutluluğunun formülüdür. Allah’tan uzaklaştıran şeyleri gönlümüzden çıkarmalı; insanların sahip olduklarına gözümüzü dikmemeli, elimizdekilerle yetinmesini bilmeliyiz.
Doç. Dr. Abdulvahap ÖZSOY / DİYANET AYLIK DERGİ