EHL-İ SÜNNET VE HADİS

EHL-İ SÜNNET VE HADİS

Ehl-i Sünnet yolu, Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem ve ashabının üzerinde yürüdüğü yoldur. Ehl-i Sünnet anlayışı; Sahabe dediğimiz ilk nesilden sonraki nesillere titizlikle nakledilen Nebevî hayat anlayışıdır.

Ehl-i Sünnet anlayışı; Sünneti hafife alma, Sünneti küçümseme, Sünnete yedekte bir konum tanımlamayı reddeden; Asr-ı saadetten tarihten günümüze kadar aynı tazelik ve güzellikle Sünnet-i Seniyye’ye sahip çıkan ve onu baş tacı eden saf arı duru İslam anlayışıdır.  
 
Ehl-i Sünnet, İslam Cemaatinin ana gövdesidir. Ehl-i Sünnet düşüncesi bir tezdir, anti-tez değildir. Ehl-i Sünnetin benimsediği hayat anlayışı, Peygamberimiz ve dört halife döneminde en güzel şekliyle yaşanmıştır.  
 
1.Ehl-İ Sünneti Ehl-i Sünnet Yapan En Çarpıcı Özellik, Sünnete Verdiği Değerdir.  
 
Kuran-ı Kerimin anlaşılması, tefsiri ve tatbikinde Sünnetin yeri çok önemlidir. Ehl-i Sünneti, ehl-i bid’at fırka ve mezheplerinden ayıran en bariz özellik; “Kur’an’ın anlaşılmasında Sünnete verdiği yer” dir.  Ehl-i Sünnetin hadislere karşı tutumu, Ehl-i Sünnetin ana çizgisini, temel özelliğini belirlemiştir.  
 
Ehl-i Sünnete göre; Sünnet Kur’an’dan asla ayrı düşünülemez. Sünnet, Kur’an’ın en güzel tefsiri ve en eşsiz uygulamasıdır. Kur’an’ı Sünnetten; Sünneti Kur’an’dan koparmak Kur’an’a karşı işlenmiş bir cinayettir. Sünneti bırakıp sadece Kur’an’a itimad edilmesi iddiası, en çirkin bid’atlerden biridir.  
 
Bu konuda Prof. Dr. Halil İbrahim Mulla Hatır hocaefendinin “Sünneti Bırakıp Sadece Kur’an’a Dayanma Davası Bid’ati” [1] başlığıyla tercüme edilebilecek değerli eserini tavsiye ediyoruz.
 
Kitabımızda nerede Allah itaatten söz edilmişse hemen onunla birlikte Rasûle itaatten de söz edilmiştir. [2] Allah’a itaat şeklini ve anlamını bize öğreten, gösteren ve tanıtan Sevgili Peygamberimiz’dir. Allah’ın en sevgili kulu olarak bize Allah’a kul olmayı öğreten, Sevgili Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’dir.   
 
Kur’an’ın hayata yansıması, Kur’an’ın hayata intikali, Kur’an’ın hayatı şekillendirmesi, Kur’an’ın hayata yön vermesi Kur’an’ın hayat kitabı olması, Hayatımızın Kur’an’a göre düzenlenmesi Sünnet sayesinde olmuştur.  
 
Kur’an-ı Kerime göre Peygamberimiz’e verilen ilahî görev, “açıklama” görevidir. Peygamberimiz, bu görevini eşsiz bir şekilde yerine getirerek Kur’an’ı hayatıyla canlı bir şekilde açıklamış ve Kur’an’ın en güzel uygulamasını sergilemiştir.  
 
İmam Malik’in ifadesiyle “Sünnet, Nuh aleyhisselam’ın gemisi gibidir. Ona binen kurtulur. Ona binmeyen boğulur”. [3]   
 
Sünnet adı verilen bu uygulamaya karşı beklenen ve istenen değer, bizzat Ehl-i Sünnet tarafından verilmiştir. Ehl-i bid’at mezhepleri bu müstesna uygulaması olan Sünnet’e gereken önemi vermemiş, zaman zaman Sünnet’i yok farz etmişlerdir.  
 
Kur’an’a sahip çıkan ve Allah’ın yardımıyla Kur’an’ı koruyan ümmet, Kur’an’ın canlı yorumu Sünnet’i de korumuştur. Sünnetin yazılı şekli olan hadisleri koruma ve kollama adına Cerh ve Ta’dil İlmi te’sis edilmiş, binlerce muhaddis âlim titiz çalışmalarıyla hadisleri her türlü şaibelerden korumak için, sahih hadisi sahih olmayanından ayırd edebilmek için ciddî çaba harcamışlar, binlerce eser yazmışlardır.    
 
Kur’an’ı “mütevatir” olduğu için kabul edip hadislerde beşer unsurunun müdahalesinden söz edenler, Kur’an-ı Kerimin de aynı muhterem şahsiyetler kanalıyla bize kadar intikal ettiğini neden görmezden gelirler?   
 
 2.Ehl-İ Sünnet, Sünnetin Vahiy Mahsulü Olduğuna İnanır.   
 
Ehl-i Sünnet ve rasyonalist ve modernist akımlar arasındaki en önemli farklardan biri Sünnetin vahiyle ilgisidir. “O kendiliğinden konuşmaz. Onun konuştuğu kendisine vahyolunan vahiydir,” [4] meâlindeki âyeti delil olarak kabul eden Ehl-i Sünnet, hadislerin vahiy mahsûlü olduğunu ya da vahiy kontrolünde olduğunu kabul eder.
 
“Allah bana mütevazi olun, diye vahyetti,” [5] hadisi açık bir vahiyden söz ettiği gibi;  
 
— Allah yolunda savaşır ve öldürülürsem nerede olurum? Diye soran sahabîye;   
 
—“Cennette olursun,” diye cevap veren Peygamberimiz, onu tekrar çağırmış, “illed-deyn/Ancak kul hakkı hariç” buyurmuş; ardından “Cebrail şimdi bana sunu şimdi söyledi,” [6] diyerek ifadesinin Cebrail aleyhisselam tarafından tashih ve tekmil edildiğini ifade buyurmuştur.   
 
“Nefsimi elinde tutan Allah’a yemin ederim ki; (Mübarek ağzını işaret ederek) Buradan sadece hak söz çıkmıştır,” [7] buyuran Sevgili Peygamberimiz; hadislerine tereddüt ve kuşku ile bakılmasını reddetmiştir.     
 
3.Ehl-İ Sünnet, Hadislere Bu Hadisleri Yaşamak, Uygulamak ve Tatbik Amacıyla Bakar.  
 
Ehl-i Sünnete göre sahih hadisler, tavsiye ve nasihatlerden ibaret değildir. Hele hele hiç de eleştiri ve kuşku konusu olamaz. Muhaddislerin rivayet şekline ve biçimine yönelik ilmî tenkidleri müstesna, hadisler herhangi bir beşerî söz gibi değerlendirilemez.   
 
Hadis; sadece tarihî bir kültür mirasından ibaret değildir. Hadis sadece bir coğrafya ürünü değildir. Hadis, aslında belirli bir tarih diliminde ve belirli bir coğrafyada doğmuş ama çağlar ötesine hitap eden incelikler ve güzellikler dizeleridir.   
 
Hadis; Peygamberimizin ümmetin, derhal uygulanması gereken nebevî mesajıdır. Hadis hayatımıza anlam veren muhteşem nebevî ölçülerdir. Hadis nezahet ve nezaketin, edep ve görgünün, hikmet ve inceliğin ifadesidir. Hadis eşsiz medeniyet ve şahsiyet ilkeleridir.   
 
4. Ehl-İ Sünnetin “Sahabe Sevgisi” Ehl-İ Sünneti, Şia Gibi Ehl-İ Bid’at Mezheplerinden Ayırır.   
 
İmam Ebu’l-Hasen el-Eş’arî, Makalâtü’l-İslâmiyyîn adlı eserinde “Ehlü’s-Sünneti ve’l-Eser” özelliklerini sayarken özellikle Sahabeye duyulan derin hürmeti zikretmektedir.   
 
Allah Rasûlünün özel eğitiminden geçen altın nesil Sahabe, onun ifadesiyle “insanların en hayırlıları” idiler.  Onun ilminden, feyzinden, ibadet sevgisinden, kulluk anlayışından ders ve ibret aldılar. Onunla beraber cihad ettiler.    
 
“Siz en hayırlı ümmetsiniz,” [8] hitabına muhatap olan ilk nesil ashab-ı kiram arasında ayırım yapma yetkisi kim tarafından verilmiştir?   
 
Kur’an-ı Kerim ayetleri ve Peygamberimizin takdir ve senaları dikkate alınarak Sahabe arasında derecelendirme yapılabilir. İlk müslümanlarla diğerleri bedir Ashabı ile diğerleri arasında elbette farklılık açıktır.   
 
Ancak sahabeye düşmanlık etmek, sahabeye buğz beslemek, sahabeyi hedef tahtasına oturtmak hiçbir şekilde kabul edilemez.
 
Ensar ve muhacirleri isim isim ayırmaksızın tamamını takdirle zikreden kitabımızın açık âyetlerine rağmen şahsî, indî ve keyfî tasniflerle ayırımcılık yapan, ilk müslümanlardan bir kısmınıı sahabe kavramı içerisinde mütalaa edemeyen, “Allah onlardan razı olmuşlardır,” [9] âyetine rağmen bazı sahabîlerin isimlerini anarkan “Allah razı olsun” diyemiyen, ictihad farklılığı sebebiyle bazı tarihî olaylardaki farklı tutumlarını dile getirerek Hz. Aişe, Hz. Ömer, Ebu Hureyre, Hz. Muaviye (radıyallahu anhüm) gibi sahabe-i kiramı seviyesiz tenkidlere tabi tutan şia mensupları, Kuran taban tabana zıt olan, Allah’ın sevgili kullarına düşmanlık anlayışıyla Cenab-ı Hakkın huzuruna nasıl çıkacaklardır?   
 
Batıl karşısında asla susmayan Allah Rasûlü salllahu aleyhi vesellem, ashabının yanlış yapmasına müsaade eder miydi? Yani sahabe ondan sonra mı değişti? İlk nesle iyi niyetle bakmamak, o nesil hakkında ileri-geri konuşmak bizi Peygamberimizden soğutmayacak mıdır?  Sahabeyi dilimize dolamanın varacağı noktayı hiç düşündük mü?   
 
5.Ehl-İ Sünnet, Hz. İsa Aleyhisselamın Kıyamete Yakın Yeryüzüne İneceğine İnanır.  
 
Hz. İsa aleyhisselam’ın nüzûlü konusu, hem Kur’anî işaretlere hem de mütevatir hadislere dayanmaktadır. Hz. İsa aleyhisselam’ın bedeniyle gökyüzüne kaldırıldığı, Kıyamete yakın tekrar yer yüzene ineceği hakkındaki hadisler, Kıyamet alâmetleri içerisinde en muhkem deliller olarak kabul edilmiştir.   
 
Yüzlerce sahih hadiste en açık ifadelerle belirtilen Hz. İsa aleyhisselam’ın nüzûlü meselesi tarih boyunca Ehl-i Sünnet âlimleri tarafından tartışmaya açılmaksızın genel kabul görmüş konulardan biridir.  
 
Enver Şah el-Keşmirî [10], Muhammed Zahid el-Kevserî [11] gibi birçok âlim de Hz. İsa aleyhisselam’ın nüzûlü ile ilgili hadisleri mütevatir hadis olarak değerlendirmişlerdir.  
 
Ebu Hayyan’a göre  “Hz. İsa diridir, ahir zamanda yeryüzüne inecektir,…” şeklindeki mütevatir hadislerin ifade ettiği manada alimler icma etmişlerdir. [12] Bu konuda meydana gelen icmaa sadece Mu’tezile ve Cehmiyye’nin bir kısmı muhalefet etmiştir.” [13]   
 
6. Ehl-İ Sünnet, Kadere İmanı İmanın Altı Temel Esasından Biri Olarak Kabul Eder.  
 
Ehl-i Sünnetin kader hakkındaki görüşünü Kur’an-ı Kerim âyetlerinin işaretleri ile kadere imanı açıkça ifade eden hadisler belirlemiştir. Sahih-i Müslim’de Kitabü’l-İman başındaki ilk hadislerin “Kadere İman” konusuyla ilgili hadisler arasından özelllikle seçildiği görülmektedir.   
 
Ehl-i Sünnete göre kadere iman; hayır ve şerri yaratanın Allah olduğuna inanmaktır. Ehl-i Sünnete göre Kul kâsib, Allah halıkdır, kul niyet eder, Allah yaratır. Kul sebeplere sarılmakla, iradesini hayır yolunda kullanmakla yükümlüdür. Neticeyi yaratan Allah’tır.   
 
Mutezile mensupları ve onun günümüzdeki modernist rasyonalist temsilcileri kaderi reddeder. “Kul kaderini kendisi çizer”, “Kaderi tayin eden kulunu kendisidir”, gibi ifadeler ehl-i sünnet anlayışıyla çatışmaktadır.   
 
7. Ehl-İ Sünnet Sahih Hadislerde Yer Alan Kabir Azabına İnanır.   
 
Peygamberimiz, Buharî ve Müslim’de yeralan sahih hadislerde nakledildiği gibi, kabir azabından Allaha sığınmıştır. Kabir azabına sebep olacak laf taşıma ve küçük su dökerken üzerimize idrarın sıçraması davranışlardan sakındırmıştır.   
 
Mu’tezile, aklı ön plana alan, kısır aklın kabul edemediği kabir azabı, Sırat köprüsü, Cennette Allahı görmek gibi birçok hususu inkâr etmiştir. Aklın yolu bir demiş, kendi aklını esas almıştır. Aklın dindeki yeri önemlidir ama ahiretle ilgili husular akıl ölçüsüyle anlaşılamaz. 
 
Kısaca: Ehl-i Sünnet ismi üzerinde İslam’ı yaşarken, Kur’an’ı anlamaya çalışırken, Peygamberimizi tanımaya çalışırken Sünneti ve İslam Cemaatinin çizgisini esas alan Ehl-i Sünnet çizgisi, ulvî nebevî çizginin adıdır, sahabe ve tabiîn yolunu izleme amacını taşıyanların adıdır; sonradan ortaya çıkan fırkalara ve mezheplere rakip olarak çıkan alternatif bir mezhep veya fırka değildir.   
 
Ehl-i Bid’at ise; Ehl-i Sünnet’e muhalif olarak sahabe dönemi sonrası ortaya çıkan, sadece Kur’an’ı veya sadece aklı ya da sadece siyasî bir düşünceyi ön plana alan fırka ve mezheplerdir.
 
Ehl-i Bid’at mensupları, dinin temel esaslarını açıkça inkâr ve tahkîr etmediği sürece İslam camiası içerisinde kabul edilmiş; tehlikeli bir konumda bulundukları için ilim, irşad erbabı tarafından sürekli uyarılmış; batılda ısrar edenler olmuşsa şer’an yetkili olan merciler tarafından ta’zir vb. müeyyideler gündeme gelmiştir.    
 
Tarihteki ehl-i bid’at mezhepleri mensupları ile ehl-i bid’atın günümüzdeki temsilcileri olan modernsit, rasyonalist, oryantalist, reformist, feminist, sekülerist akımlara kapılanlar arasındaki fark görüşlerin ifade farkıdır.
 
Dün ehl- bid’at mensupları “açıkça inkâr” edebiliyorlardı. İnkârcılık veya muhalefet onların marazî kişiliklerinin göstergesiydi. Geçmişteki pek çok fırkanın, pek çok bid’at mezhebinin isim değiştirmiş ve yeni kalıba girmiş şekillerinden ibaret olan günümüzdeki bazı ehl-i bid’at mensupları ise “ilim ve ilmî araştırma adına şüphecilik” aşılamaktadırlar.  
 
“Hak (değişmez gerçek) Rabbinden gelendir; Sakın şüphecilerden olma,” [14] ilahî hitabının muhatapları olanlar; inanç ve düşünce yapımızı dinamitleyen çarpık, sakat, batıl düşüncelere prim vermeyeceklerdir. İnançsızlığa düşmeyi ateşe düşmek kadar tehlikeli görenler, inancını lekelemek ve bulandırmak isteyen yanlış görüş ve düşüncelere karşı uyanık olacaklardır.  
 
Yanlışa verilecek en güzel cevap; doğruyu asıl kaynaklarından öğrenmek, öğretmek, yaşamak ve yaşatmaktır. Bid’at ve batılla mücadele ilmî ortamda devam edecek ve Hakkı savunanlar daima galib gelecektir.  
 
“Size iki şey bıraktım. Bu iki şeye sımsıkı sarıldığınız müddetçe asla sapıklığa düşmezsiniz. Biri Allah’ın Kitabı, diğeri Peygamberinin Sünnetidir.” [15]
 
 
 
Dipnotlar
 
[1]- “Bid’atü Da’vâ el-İ’timad alel-Kitab Dûne’s-Sünne”, Dr. Halil İbrahim Mulla Hatır el-Azzamî, Daru’l-Kıble, Medine 2011 (Henüz Türkçeye tercüme edilmemiştir.)
 
[2]- bkz. Nisa: 59;  Enfal:20; Mücadile: 13
 
[3] - Süyûtî,  Miftahu’l-Cenne:  s.53
 
[4]- Necm: 4
 
[5]- Müslim, Sahih: Hadis No: 2865
 
[6]- Müslim, Sahih: Hadis No: 1885
 
[7]- Ahmed b. Hanbel, Müsned: 2/162;192; Ebu Davud, Sünen: İlim, Hadis No: 3636;  Hâkim, Müstedrek:  1/105
 
[8]- Âl-i Imran: 110
 
[9]- Mâide: 119

İTİKÂF, MANEVİYAT KAMPIDIR

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Halil İbrahim KUT

Oku