Ebu Hureyre (r.a.)’den nakledilen bir hadis-i şerifte Allah Rasulü (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Oruç, sadece yeme-içmeyi terk etmek değil, boş laf ve kötü sözden de uzak durmaktır. şayet biri sana, kötü söz söyler ve kaba davranırsa ‘ben oruçluyum’ de.” (Beyhaki, es-Sünenü’l-Kübrâ, 4/ 444)
Sözlükte, “bir şeyden uzak durmak”, “bir şeye karşı kendini tutmak” anlamına gelen “siyam” kelimesi, hadis metninde bu anlamı öne çıkarılarak kullanılmış ve sadece yeme-içmeden uzak durmanin (es-siyamu mine’l-ekl ve’şurub) oruç için yeterli olmadığı, gergek bir oruç için boş laf ve kötü sözden de uzak kahnmasi (es-siyamu mine’l-lagv ve’r-refes) gerektigi vurgulanmıştır. Her ne kadar fıkıh kitaplanmızda oruç, “tan yerinin ağarmasından güneş batımına kadar, kişinin yeme-içme ve cinsel ilişkiden uzak durmasi olarak tanımlamışsa da”, ilgili bazı hadisler dikkate alınınca bunların âdeta asgari şart oldugu anlaşılmaktadır. Örneğin, sevgili Peygamberimiz’in, “yalan söylemeyi ve yalanla iş yapmayı terk etmeyen kimsenin yemesini-içmesini bırakmasına Allah’ın ihtiyaci yoktur.” (Buhari, Savm, 8) hadisi, oruç ibadetinin hakkıyla eda edilebilmesi için daha nelerin gerekli oldugunu bize hatırlatmaktadır.
islam dini, diğer ibadetlerde olduğu gibi oruç ibadetinde de, Allah’a yakınlaşma ve O’nun rızasını kazanma niyet ve amacının yanında, bunların getirisi olan ahlakı güzelliğe ve olgunluğa ulaşma hedefine de büyük önem vermiş, ilahi rızanın ancak böyle elde edilebileceğini bildirmiştir. “şüphesiz namaz, insani ahlaksızlık ve kötülükten alıkoyar.” (Ankebut, 45) buyuran Cenab-i Hak da; “oruç koruyucudur. Biriniz oruçlu olduğunuz zaman, çirkin söz söylemesin ve kabalık yapmasın...” (Ebu Davud, Siyâm, 25) diyen Allah Rasulü de aynı hedefe işaret etmişlerdir. Orucun farziyetini gösteren Bakara suresinin 183. ayetinde de, “Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi, sakınasınız diye, size de oruç farz kılındı.” buyrularak, Allah’ın emir ve yasaklarına riayet ederek, kötülüklerden sakınma (ittikâ) hususu, oruç emrinin temel hikmeti olarak gösterilmiştir.
Nefis tezkiyesi, yani, kişinin kendini kötülüklerden anrıdırması açısından bedenin zekâti sayılan oruç, yılın bir ayında, günün belirli bir süresinde, dünyevi ihtiyaç ve zevklerin bir kısmından uzak kalınarak gerçekleştirilen bir alıştırmadır. insanın en çok yoğunlaştıgı ve ölçüyü kaçırdıgı yeme-içme ve şehevi arzuların disiplin altına alınmasıyla, her şeyin bedenden ibaret olmadığı, dengeli bir hayatın ancak, bedeni ihtiyaçların yanı sıra ruhi melekelerin ve buna bağlı yüce duyguların aktif hale getirilmesiyle sürdürülebileceği anlaşılmış olur. Kendi iradesiyle helal olan şeylerden uzak kalabilen insan, haram olanlara hiç yaklaşılmaması gerektiği bilinci ve iradesini güçlendirir. Gerektiğinde meşru bedeni ihtiyaçlarına belirli bir süre oruç tutturabildiği gibi, nefsin ihtiyaç gibi sunduğu, dedikodu, gıybet, yalan, çirkin söz gibi kötü vasıflara sürekli oruç tutturması gerçeğini kavramiş olur.
Oruç tutan insan bir yandan sahip olduğu nimetlerin kıymetini idrak ederken, diğer yandan bu nimetlerden yoksun olan muhtaçların durumunu daha iyi anlayarak, toplum içinde kendisine düşen görevlerin farkına varır. Böylece, yardımlaşma, paylaşma, fedakârlık, dayanışma gibi erdemleri yaşama firsat ve zevkine kavuşur. Bir yandan namaz, oruç gibi bireysel ibadetlerini yerine getirmenin manevi hazzını tadarken diğer yandan hemcinslerine karşı toplumsal görevlerini yerine getirmenin ve onlarla bu mübarek ayın kazandırdığı ortak duygu ve heyecanı paylaşmanın sevincini yaşar. Bu firsatin iyi değerlendirilmesi gerektiğine dikkat çeken sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Bu ayda cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır, şeytanlar bağlanır. Ramazanın sonuna kadar her gece bir münâdî, “ey iyilik isteyen, haydi koş. Ey kötülük isteyen, kötülüğü bırak,” diye seslenir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/411)
Evet ramazan, iyilik sahiplerine kucağını ve cennetin kapılarını açan, kötüler için şeytanları bağlayıp cehennem kapılarını kapatarak firsat sunan kutlu bir aydır. Bu firsati iyi değerlendirerek hayatını düzene sokan insanın, bu manevi doygunluğu sürekli kılmasi kendi elindedir. Her yıl tekrar eden ramazanlar, daha önce fırsatı kaçırmış olanlara her şeye yeniden başlama imkâni sunmakta, zarardan samimiyetle dönenler için ömrün tamamını kâra çevirme şansını tanımaktadır. Onun için Peygamber Efendimiz, “Ramazan orucunu inançla ve karşılığını yalnızca Allah’tan bekleyerek tutan kimsenin geçmis. günahları bağışlanır.” (Buhari, iman, 27) buyurmuştur.
Orucun hikmeti insani dayanamayacağı bir sıkıntıya sokmak değil, aç-susuz ve yoksul insanların halini anlayıp sıkıntılarına çare olmayı sağlamaktır. insanı ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılan Yüce Allah, oruç ayetlerinin sonunda hastaya ve yolcuya sağlanan kolaylıklan belirttikten sonra “Allah sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez.” (Bakara, 185) buyurarak, muradının kullarına zorluk gektirmek olmadığını beyan etmiştir. Dolayısıyla orucu sadece belli bir süre aç-susuz kalmaya indirgeyerek, akşama kadar katlanılan mahrumiyetlerin açısını çıkartırcasına mükellef iftar sofraları için büyük masraflar yapıp, yani basındaki insanların ihtiyacını görmeyen kimseler bu ibadetin anlamını kavramamış demektir.
Özet olarak, tuttuğumuz oruçlar, bizi kötü iş ve davranışlardan tutup çevirmedikçe, bize diğer insanlarla paylaşacağımız güzel hasletler kazandırmadıkça, ramazan, gün boyu, iftar soframızın hazırlığı ve yiyeceğimiz nefis yiyeceklerin düşüyle geçireceğimiz bir diyet programına dönüşecektir. Dolayısıyla tuttuğumuz oruçların yerini bulması, o oruçların bizi tutup çekip çevirmesiyle çok yakından ilgilidir.
Prof. Dr. I. Hakki final